İki Nehir Arasında Bir Yaşam
- Arda Tunca
- 28 Haz
- 3 dakikada okunur
Ben, Arda Tunca. Bu isim, haritalara, savaşlara, göçlere, yıkılmış köprülere ve yeniden kurulmuş hayatlara açılan bir kapıdır. İsmimle birlikte bir coğrafyanın hafızasını da taşıyorum.
Çocukken anlamazdım. “Ne güzel ismin var,” derlerdi, ama nedenini açıklayamazlardı. Ta ki bir gün, okul kitaplarının kenarında küçük bir haritada Arda nehrini görüp de ismime akan o suyu keşfedene kadar. Sonra Tunca çıktı karşıma, Edirne’nin taş köprülerinden birinin altından ağır ağır akarken. O gün anladım: Ben, iki nehrin çocuğuyum.

Arda, Rodop Dağları’ndan doğar. Bulgaristan topraklarından geçer, Kırcaali, Haskovo, Svilengrad şehirlerinin kenarından sessizce akar. Osmanlı döneminde bu bölgeler Rumeli Vilayeti’nin parçasıydı. Nehir, Tuna Vilayeti ile Edirne Vilayeti arasındaki doğal geçişti.
Arda, 14. yüzyılda Osmanlı’nın Balkanlar’a ilk geçiş yaptığı güzergâhlardan biriydi. Ertuğrul Gazi’nin torunları, önce bu suların yakınında çadır kurdu, sonra Edirne'yi başkent yapacak olan devletin temelleri burada atıldı. Svilengrad’daki Mustafa Paşa Köprüsü, o yürüyüşün sessiz tanığıdır.
Arda, aynı zamanda zorunlu göçlerin, mübadelelerin, kararan ufukların da nehridir. 19. yüzyılda, Osmanlı-Rus savaşları sırasında yüzbinlerce insan bu nehrin kenarından yola çıktı. Kimisi geri dönmedi, kimisi geri dönmeyi hiç istemedi. Bir nehir, göçleri sessiz tanığı olabilir mi? Arda, evet dercesine akar hâlâ.
Tunca ise başka bir dile sahiptir. Doğduğu yer Bulgaristan’ın Yambol (Osmanlı’daki adıyla Yanbolu) bölgesidir. Babamın dedesi Ali Ratip Tunca'nın toprakları. Ardından güneydoğuya iner, Elhovo, Edirne...

Roma döneminde bu nehir, Thynias adıyla anılırdı. Traklar, kıyısında kurbanlar keserdi. Bizans döneminde sınırlara yakın bir savunma hattıydı. Ama, asıl yüzünü Osmanlı döneminde kazandı.
Edirne, uzun süre Osmanlı’nın başkentiydi. Fatih Sultan Mehmet’in doğduğu şehir. Tunca, O'nun sarayının altından aktı.
II. Bayezid Darüşşifası, Tunca'nın kenarına kurulmuştu. Nehir sesinin hastalara şifa verdiğine inanılırdı. Akarsu, sadece su değil, huzur da taşırdı.

Suyun sesiyle bestelenmiş bir şehir düşünün. Tunca, işte bu şehrin makamıdır. Selimiye Camii'nin gölgesinde sessizce durur.
Savaşlar gördü. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nde Edirne düştü, Tunca kıyıları cesetlerle doldu. Balkan Savaşları’nda, Edirne kuşatma altındayken, bu nehrin kenarında kurulan siperlerden umuda mermi sürüldü.
Ve yine Tunca, 1923’teki mübadelede, elinde bir bavulla sınırı geçmeye çalışan insanların son kez baktığı nehirdi.
Ben, bu iki nehrin birleştiği yerdeyim. İsmimle, geçmişe köprü gibiyim.
Bazı isimler kaderi biçimlendirir. Kimi zaman bir dağın adı olur bu, kimi zaman bir yıldızın. Bazen dr bir nehirdir işte.
Kaderim, iki nehrin birleşiminde şekillendi. Bir yanım hep yokuş yukarı, bir yanım hep durgun. Arda’nın akışı serttir, Tunca sabırla bekler.
Bu hikâye burada bitmez. Bizim ailede nehirler konuşur.
Ben Arda’yım. Kardeşim Tuna. Tuna ise başka bir hikâyedir. Avrupa’nın en uzun ikinci nehridir. Kara Ormanlar’dan doğar, on ülkeyi geçer, Karadeniz’e ulaşır. Viyana’dan Budapeşte’ye, Belgrad’dan Bükreş’e uzanırken, sadece su değil, kültür, müzik, savaş ve barış taşır.

Kardeşim Tuna, bu nehrin kıyısındaki bir şehirde, Regensburg’ta doğdu. Regensburg, Roma lejyonlarının izini taşıyan, Orta Avrupa'nın tarihini soluyan bir şehirdir. Tuna, bir medeniyet akışının da adıdır.

İçimde, Tunca’nın ağırlığı. Bu hikâyeye adını veren, hepimizin kaynağı gibi duran bir kadın: Annem, Nil.
Nil… İnsanlık tarihinin ilk satırları onun kıyısında yazıldı. Mısır hiyeroglifleri, papiruslara onun suyuyla can verdi. Firavunlar ona secde etti, Yunanlar onu efsanelere kattı.
Nil, yalnızca bir nehir değil, zamana direnmenin adıdır, sembolüdür. Ve annem, adını bu dirençten alır.

Dedem İhsan Erkan, II. Dünya Savaşı sırasında Mısır’dadır. Üç yıl boyunca Nil kıyısındaki topraklarda yaşamak zorunda kalır. Her akşam, karargâhtan ayrılıp Nil Nehri kıyısına iner, dinlenir. Ve bir gün şöyle der: “Bir gün bir kızım olursa, adını Nil koyacağım.”
O'nun sabrı ve sesi, Nil’in sabrını taşır. Biz büyürken, sanki nehirler de bize karıştı.
Dünya'ya yayılan bu dört nehir, bir ailede birleşti. Zaman, coğrafya, kimlik iç içe geçti. Nehirlerimiz, tarihten, savaşlardan, kökenlerden beslendi, biz de o nehirlerin bize yüklediği anlamlardan.

Bazen kendimize ayna tutmak isteriz. O ayna bir göl olmaz bizim için, bir nehirdir. Akarken gösterir gerçeği. Kimi zaman bulanık, kimi zaman berrak. Ama, hep canlı, hep akan.
Ben adımı her yazıya taşıyorum. Her kelime, bir damla sudur. Her cümle, bir nehir gibi akar.
Arda’nın isyankâr akışı, Tunca’nın duruluğu, Nil’in derin sabrı ve Tuna’nın Avrupa’yı besleyen geniş ufku… Bu dört nehir, bir ailede birleşti.
Ve biz, nehirlerden doğduk.



Yorumlar