top of page

Medeniyet, Kurumlar ve Çin’in Yeni Teknolojik Gücü

Çin, 21. yüzyıla bilim ve teknoloji alanında yeni bir aktör olarak girmedi. Geri döndü.


Çin’in bugün yarı iletkenler, yapay zekâ ve dijital egemenlik üzerinden Batı ile yaşadığı çatışma, “geç kalanla” “yerleşik olan” arasındaki basit bir rekabet değildir. Bu durum, teknik güç, kurumsal koordinasyon ve devlet yönlendirmeli bilgi üretimine dayanan çok daha uzun bir medeniyet tarihini yansıtmaktadır.


Çin’in bilimsel hafıza derinliğini ortaya dökmek konusunda hiçbir Batılı düşünür Joseph Needham’dan daha fazlasını yapmamıştır. Hiçbir düşünür Avrupa merkezci modernliği belki de O’ndan daha köklü bir biçimde sarsmamıştır.


Needham, Çin’in icatlarını “keşfetmedi”. Çinli bilginler asırların bilgi birikimini korumuştu. O’nun değiştirdiği şey, tarihsel açıklamanın küresel dilbilgisiydi. O’ndan önce bilim, tek bir medeniyetin doğum yeri olarak görülüyordu. O’ndan sonra ise, iç içe geçmiş ve çok merkezli bir küresel gelişim süreci olarak görülmeye başlandı.


Çin’in Uzun İcatlar Tarihi


Avrupa’nın bilimsel devriminden çok önce Çin, dünyanın en kesintisiz teknolojik medeniyetlerinden biri olarak işliyordu. Çin’in başlıca icatları devlet yönetimi, tarım, tıp ve altyapı yönetişiminin içine yerleşmişti.


Sadece “Dört Büyük İcat” bile dünya tarihini yeniden şekillendirdi: Kâğıt, matbaa, barut ve manyetik pusula. Bunların ötesinde, Han Hanedanlığı döneminde çalışan dökme demir yüksek fırınlar, Tang–Song döneminde zincir tahrikli mekanik saatler, Sichuan’da tuz ve doğal gaz için derin sondaj sistemleri, asma köprüler ve karmaşık diferansiyel dişli mekanizmalar vardı.


Hidrolik mühendislik Büyük Kanal’ı ve mali idareye entegre geniş sulama ve taşkın kontrol sistemlerini üretti. Çin tıbbı nabız teşhisini, farmakolojik sınıflandırmayı, koruyucu hekimliği ve variolasyon yoluyla erken aşılama uygulamalarını geliştirdi. Gökbilimciler uzun yıldız katalogları hazırladı, hassas takvim sistemleri üretti ve M.S. 132 yılında dünyanın bilinen ilk sismografını yaptı.


Çin Yenilikçiliğinin Kültürel Mantığı


Çin yenilikçiliği fetih, özel zenginleşme ya da kapitalist birikimden doğmadı. Onun kültürel mantığı üç etkileşimli gelenek üzerine kuruldu: Konfüçyüsçülük, Daoizm ve Legalizm.


Konfüçyüsçülük bilgiyi ahlaki–idari bir çerçeveye yerleştirdi. Öğrenme, bireysel keşif için değil, kamu hizmeti için vardı. Mühendislik, girişimsel bir unsur değil, devlet sorumluluğu olarak çalıştı. Baskın toplumsal ideal özel mucit değil, bilgin–memurdu.


Konfüçyüsçülük, modern sosyalist anlamda kolektivizm üretmedi. Ancak, daha sonra geniş ölçekli kolektif disiplinin tarihsel olarak sürdürülebilir hale gelmesini sağlayan etik ve toplumsal koşulların temelini hazırladı. Onun temel hamlesi bireyselliğin ortadan kaldırılması değil, bireyin hiyerarşik olarak düzenlenmiş toplumsal ilişkiler içine kalıcı biçimde yerleştirilmesiydi. Konfüçyüsçü özne özerk, hak temelli bir birey değildir. Kimliği seçimle değil, yükümlülükle tanımlanan rol temelli ahlaki bir aktördür.


Bilgi, kişisel özgürleşmenin ya da yıkıcı eleştirinin aracı değil, ahlaki düzenin ve idari sorumluluğun aracıdır. Bu durum, otoritenin sözleşmeyle değil, etik işleve dayanarak meşrulaştırıldığı ve itaatin zorlamayla değil görev, utanç ve toplumsal tanınma yoluyla kurulduğu bir medeniyet mantığı üretmiştir.


20. yüzyılda sosyalist kolektivizm Çin’e geldiğinde, güçlü bireycilik kültürüne sahip bir topluma değil, hiyerarşi ve görev ahlakı içinde örgütlenmiş bir medeniyete yerleşti. Marksizm, sınıf ve üretimin dilini sundu. Leninizm, seferberlik tekniklerini sağladı. Konfüçyüsçülük ise, kolektif itaatin kültürel dilini oluşturdu.


Söz konusu birleşim Çin sosyalizminin neden Batı’daki bireyci eşitlikçi biçimi almadığını açıklar. Bunun yerine merkezî, devlet öncülüğünde ve görev temelli bir kolektif düzen ortaya çıktı. Bu yapı, Çin’in bugün uzun vadeli teknolojik hedefler etrafında toplumu neden bu kadar kolay harekete geçirebildiğini de açıklar.


Daoizm doğanın gözlemini, maddenin dönüşümünü, akışı ve dengeyi vurguladı. Simya, metalurji, farmakoloji ve tıbbi deney gelenekleri bu entelektüel atmosferde gelişti.


Batı metafiziği evreni sabit yasalarla açıklamaya çalışırken, Daoist düşünce gerçekliği sürekli dönüşen bir süreç olarak kavradı. Doğa, egemenlik altına alınacak durağan bir nesne değil, uyum sağlanacak dinamik bir alan olarak görüldü. Bu yönelim, soyut modelden çok pratik deneye, evrensel matematik temsil yerine ampirik denemeye dayalı bir deneycilik geliştirdi. Bu nedenle, Çin’de metal işleme, alaşım üretimi ve tıbbi deney geleneği, tümdengelimci modellerle değil, kuşaklar boyunca biriken kümülatif deneysel iyileştirmelerle gelişti. Aynı mantık Çin yeniliğinin tarih boyunca soyut teorik fizikten çok hidrolik, malzeme bilimi, farmakoloji ve mühendislik gibi uygulamalı alanlarda en güçlü biçimde ilerlemesini de açıklar.


Dikkat çekici biçimde, bu Daoist süreç temelli pratik deneycilik mirası, Çin’in çağdaş teknoloji stratejisinde de yankı bulur. Çin’de teknoloji ilerlemesi, bireysel yaratıcılıktan çok, devlet koordinasyonunda yürüyen hızlı deneme, büyük ölçek ve sistemli öğrenme modeline dayanıyor. Bu anlamda Çin’in yapay zekâ, batarya kimyası ve ileri imalat gibi alanlardaki bugünkü başarısı yalnızca kurumsal seferberliğin değil, bilginin üretilme ve maddi güce dönüştürülme biçimindeki derin medeniyet sürekliliğinin de sonucudur.


Felsefi düzeyde Daoist süreç düşüncesi, erken modern Batı biliminin dayandığı mekanik ontolojiden keskin biçimde ayrılır. Descartes’tan Newton’a uzanan çizgide doğa, evrensel ve matematikle ifade edilebilir yasalarla yönetilen bir makine gibi kavranmıştır. Gözlemciden ayrılmış ve tahmin ile kontrol yoluyla egemenlik altına alınabilir hâle gelmiştir.


Daoizm, hiçbir zaman nihai hareket yasaları aramadı. Gerçekliği dönüşümlerin akıp gittiği bir alan olarak ele aldı. İnsan müdahalesi buyruğa değil uyuma dayanır.


Mekanik bilim değişkenleri ayırarak kontrol üretir. Daoist pratik ise, karmaşıklığın içinde uyum, zamanlama ve durumsal tepkisellikle yol alır. Bu fark, Batı biliminin soyut teorik biçimde neden üstünlük sağladığını, Çin biliminin ise uygulamalı, bağlama duyarlı ve kümülatif bilgi alanlarında neden olağanüstü derinlik geliştirdiğini açıklar.


Legalist devlet anlayışı bu yapının kurumsal iskeletini sağladı. Ölçülerin, tartıların, altyapının ve bürokrasinin standartlaştırılması teknik bilginin doğrudan merkezi otoritenin içine yerleşmesini sağladı. Bu nedenle, Çin’in yeniliği şu alanlara hizmet etti:


  • Tarımsal verimlilik

  • Nüfus ve su yönetimi

  • Altyapı kontrolü

  • Afet yönetimi

  • Mali idare


Bu yapı, ekonomik sarsıntı için değil, medeniyetin sürdürülmesi için oluşturuldu. Başka bir ifadeyle, imparatorluk Çin’inde teknolojik değişim öncelikle tarımı istikrara kavuşturmayı, su yönetimini güvence altına almayı, mali idareyi iyileştirmeyi, üretimi standartlaştırmayı ve birleşik bir siyasal düzen içinde büyük nüfusları sürdürebilmeyi amaçladı. Yenilik, mevcut ekonomik ilişkileri sarsma, yerleşik sektörleri yıkma ya da yaratıcı yıkım döngüleri üretme kapasitesine değil, toplumsal dengeyi ve idari sürekliliği koruma yeteneğine göre değerlendirildi.


Rekabetçi yerinden etme ve kâr güdümlü kopuşla büyüyen kapitalist yeniliğin aksine, Çin teknolojik ilerlemesi yapısal anlamda muhafazakâr bir güç olarak işledi. Mevcut düzeni daha dayanıklı, daha üretken ve daha yönetilebilir hale getirdi.


Schumpeter, modern kapitalist yeniliği yeni teknolojilerin mevcut yapıları kâr ve piyasa üstünlüğü adına sistematik biçimde yıktığı bir “yaratıcı yıkım” süreci olarak tanımlar. Çin yeniliği ise, tarihsel olarak “yaratıcı istikrar” mantığıyla çalıştı. Kurumsal sürekliliği güçlendirdi. Yıkıcı ekonomik kopuş döngüleri üretmedi.


Çin Neden İlk Sanayileşen Ülke Olmadı?


Çin yeniliği zihinsel bir çöküş yüzünden durmadı. Üretim fazlasını fazlasıyla verimli şekilde istikrara kavuşturan kurumsal başarısı nedeniyle yavaşladı.


Song Hanedanlığı döneminde Çin pazar bütünleşmesi, proto-finansal araçlar, büyük kentsel ticaret merkezleri ve gelişmiş ulaşım ağları sergiliyordu. Buna rağmen, sanayi kapitalizmi ortaya çıkmadı.


Nedenler kurumsaldı:


  • Tüccar sınıflar siyasal olarak alt konumdaydı.

  • Ticaretle uğraşan sınıflar siyasal olarak ikincil konumdaydı.

  • Devlet gücünün gerçek taşıyıcısı toprak sahibi elitlerdi. Bu elitler, devlet yönetimine girişin ana kapısı olan imparatorluk sınav sistemini kontrol ediyordu. Bürokrasiye kimlerin gireceği, kimin yükseleceği, kimin dışarıda kalacağı bu sistem üzerinden belirleniyordu.


Mülkiyet ilişkileri topluma gömülüydü. Sermaye, devletten bağımsız bir güç olarak kendini koruyamıyordu. Birikim vardı ama hukuken ve siyasal olarak güvence altında değildi. Bilimsel bilgi de serbest dolaşan bir güç değildi. Bürokrasi içinde dolaşıyor, devlet ihtiyaçlarına göre şekilleniyor, devletin dışına taşamıyordu.


En belirleyici fark şuydu: Çin, Avrupa’daki gibi sürekli savaş halinde olan, birbirini boğan rakip devletlerden oluşan bir siyasal yapıya hiçbir zaman sahip olmadı. Avrupa’da savaş finansmanı, finansman sanayiyi, sanayi teknolojiyi zorladı. Çin’de ise, bu zinciri doğuran kalıcı bir siyasal parçalanma hiç oluşmadı.


Elvin, bu sonucu “yüksek düzey denge tuzağı” olarak tanımlar. Yüzyıllar süren teknolojik iyileştirme, pazar bütünleşmesi ve kurumsal koordinasyon, emeğin yerini alacak makinelerin ekonomik getirilerini yapısal olarak bastıran son derece verimli bir üretim sistemi yaratmıştı.


Geç imparatorluk Çin’inde tarımsal yoğunlaşma, zanaat uzmanlaşması ve sık ticaret ağları büyümenin yıkıcı teknolojik ikame üzerinden değil, artımlı iyileştirmeler üzerinden ilerlemesini sağladı. Sonuç olarak, yenilik sürekli kaldı ama dönüştürücü olmadı.


Wong, bu gidişatın bir kalkınma başarısızlığı değil, kapitalist kopuş olmadan rasyonel yoğunlaşma sağlayan farklı bir kurumsal mantık olduğunu gösterir. Bürokratik yönetişim ve toprak temelli üretim, sermaye güdümlü sanayi atılımının yerini tutmuştur.


Pomeranz’a göre, Batı Avrupa’daki bu denge, ancak kömür gibi fosil enerji kaynakları ve Amerika kıtasının sunduğu olağanüstü ekolojik imkânlar sayesinde kırılabildi. Dolayısıyla, Çin teknolojik yavaşlamayı entelektüel tükenmişlik ya da kültürel durgunluk yüzünden değil, kurumlarının verimliliği olağanüstü başarıyla örgütlemiş olması nedeniyle yaşadı.


Uzun bir süre bu derin medeniyet tarihi, modernliğin baskın Batı anlatıları içinde görünmez kaldı. Modern bilimin yükselişi tekil bir Avrupa hikâyesi olarak anlatıldı. Uyanış, bilimsel devrim ve sanayi atılımı tek bir çizgi halinde sıralandı. Diğer medeniyetler ise aktif bilgi üreticileri değil, pasif alıcılar olarak sunuldu.


Söz konusu anlatıda Çin, kurucu bir teknolojik medeniyet olarak değil, Batı dinamizminin durağan bir arka planı olarak yer aldı. Joseph Needham, bu tarihsel yanlış tanıma noktasında kaçınılmaz bir hale gelir.


Joseph Needham


Joseph Needham Cambridge’te biyokimyacı olarak yetişti ve embriyoloji alanında uzmanlaştı. Entelektüel oluşumu bilimsel hümanizmi, sosyalist siyaset felsefesini ve tarihsel materyalizmi birlikte taşıyordu.


2. Dünya Savaşı sırasında Çin ile Britanya kurumları arasındaki bilimsel iş birliğini örgütlemek üzere Çin’e gönderildi. Orada, Çin’in zihinsel olarak aşağı konumlandırılmasına dair Batı varsayımlarını kökten çürüten muazzam bir teknik arşivle karşılaştı. Bu karşılaşma, O’nun hayatının yönünü tamamen değiştirdi.


Needham’dan önce Batı tarih yazımı Çin’i çoğunlukla durağan, taklitçi ve deneysel akıldan yoksun bir medeniyet olarak resmediyordu. Bilim ise, yalnızca Avrupa’nın eseri olarak anlatılıyordu.


Needham bu önermeyi astronomi metinleri, tıbbi farmakopeler (ilaç standardı kitapları), mühendislik yazmaları, matematik metinleri ve kimya ile metalurji kılavuzları üzerinden yürüttüğü doğrudan incelemelerle reddetti.


Ampirik gözlem, deney, nicel ölçüm ve araçsal aklın Çin’de yüzyıllar boyunca sistemli biçimde var olduğunu ortaya koydu. Bu, Oryantalist epistemolojiden açık bir kopuştu.


Bu çalışmalardan şu soru doğdu: Çin, erken dönemlerde bu kadar büyük bir teknolojik liderlik kurmuşken modern deneysel bilim neden Avrupa’da ortaya çıktı? Bu soru, tartışmayı medeniyet özlerinden siyasal iktisat ve kurumsal ayrışmaya kaydırdı.


Bugünkü Çin tarih yazımında da mesele kültürel başarısızlık olarak değil, devlet kurumları ile kapitalist bilimsel hızlanma arasındaki yapısal uyumsuzluk olarak ele alınmaktadır.


Çin’in Kurumsal Temeli: Dün ve Bugün


Geleneksel Çin merkezî bürokrasiye, sınavla seçilen elitlere, toprak temelli vergi düzenine, altyapı yönetişimine ve ahlaki idare anlayışına dayanıyordu. Bu yapı, kapitalist birikim olmadan uzun dönemli koordinasyon üretmişti.


19. yüzyıldan itibaren Batı’nın emperyal müdahaleleri bu dengeyi parçaladı. Mali yapı çözüldü. Ticarete zorla yön değiştirtildi. Limanlar üzerinden yabancı sermayenin hâkim olduğu bir düzen kuruldu. Çin, kendi sanayisini kurarak değil, limanları üzerinden yabancı sermayeye zorla açılarak kapitalizme zorla bağlandı. Sanayi üretimi dışarıya bağımlı hale getirildi.


1949’dan sonra Çin, ağır sanayi ve altyapıyı sosyalist planlama ve devlet mülkiyeti üzerinden yeniden inşa etti. 1978’den sonra ise, piyasa mekanizmaları parti denetimi kaldırılmadan devreye sokuldu.


Bugünkü Çin hibrit bir kurumsal mantıkla işlemektedir. Parti–devlet koordinasyonu, piyasa rekabeti, sanayi politikası ve teknolojik egemenlik stratejileri bu yapının temel bileşenleridir. Bu sistem, ne Batı kapitalizmidir, ne de klasik sosyalizmdir. Jeopolitik baskılar altında oluşmuş bir medeniyet sentezidir.


Needham Çin’in bilimsel onurunu küresel anlatıya geri kazandırdı. Sembolik bir övgü sunmadı, belge sundu. O’nun çalışmaları bugün Çin’in bilim politikalarına, teknoloji milliyetçiliğine, medeniyet temelli modernleşme anlatılarına ve Batı’nın modernlik tekeline karşı geliştirilen tezlere zemin oluşturur.


Needham Araştırma Enstitüsü bugün hâlâ Çin bilim tarihinin küresel merkezlerinden biri olarak faaliyet göstermektedir.


Baruttan GPU’ya Needham, Yapay Zekâ ve Yeni Tekno-Milliyetçilik


Bugünün rekabet alanı yarı iletkenler, yapay zekâ, kuantum bilişim ve veri üzerinden yürümektedir. Ancak, yapısal mantık tanıdıktır.


Yarı iletkenler artık küresel ekonominin sinir sistemi gibi çalışmaktadır. Üretimleri, malzeme bilimi, tasarım yazılımları, fabrikalar, enerji altyapısı ve lojistik arasında uç düzeyde bir koordinasyon gerektirir. Yapay zekâ tamamen bu donanım temeline bağlı bulunmaktadır.


Batı’nın ihracat kontrolleri bu teknolojik sinir sistemini kesintiye uğratmayı amaçlamaktadır. Çin’in tepkisi ise, piyasa mekanizmaları dahilinde oluşmamaktadır. Devlet eliyle örgütlenen teknolojik bir seferberliktir.


Tarih boyunca Çin’de teknolojik güç özel yıkımdan değil, kurumsal idareden doğmuştur. Bugünkü tekno-milliyetçilik de aynı dili konuşur. Parti-devlet yeniliği yalnızca düzenlemez, onu mimarlık düzeyinde kurgular.


Bugünün yarı iletken üretim tesisleri geçmişin kanallarının rolünü üstlenmiştir. Veri merkezleri artık ambarların yerini almıştır. Algoritmalar sınav sistemlerinin yerini almıştır. Medeniyet mantığı sürmektedir. Değişen, araçlardır.


Joseph Needham Çin’in bilimsel geçmişini yeniden yazmadı. Batı’nın modernlik üzerindeki tekelini istikrarsızlaştırdı. Modern bilimin tek bir yerde doğmuş ve dışarı doğru yayılmış bir mucize olmadığını gösterdi. Bunun kurumlar, teşvikler ve iktidar yapıları tarafından şekillenen tarihsel bir inşa olduğunu ortaya koydu.


Bugün Çin, yeni bir teknolojik dönüşümün merkezinde durmaktadır. Batı ile yaşadığı çatışma gelenek ile yeniliğin çatışması değildir. Bilimi ve rekabeti örgütlemenin iki farklı kurumsal modeli arasındaki çatışmadır. Needham bunu yapay zekâ ve yarı iletken darboğazları ortaya çıkmadan çok önce göstermişti. Bu nedenle, çalışmaları bugün hâlâ doğrudan bizim zamanımıza hitap etmektedir.


© 2025 by Arda Tunca

bottom of page