top of page

Tarifelerin Arkasındaki Neden: Sanayi İstihdamı Nostaljisi

1950’de, Amerikalı işçilerin neredeyse üçte biri imalat sektöründe çalışıyordu. Bugün, on ikide birin altında. Onlarca yıllık düşüşe rağmen, ABD’de ve çok sayıda gelişmiş ülkede siyasi söylem fabrikalara saplantılı biçimde bağlı. Donald Trump’ınimalatı geri getirme” vaadi, nostaljik bir isteği yansıtıyor.


Bu istek, ekonomik olarak gerici, stratejik olarak sorunlu ve modern ekonomilerin nasıl büyüdüğünü ve değiştiğini yanlış anlamış bir tespite dayanıyor.


ABD’deki imalat istihdamının düşüşü sadece 21. yüzyıla ait değil. İstihdam, 1979’da 19.5 milyonla zirve yaptı. Ancak, ardından gelen durgunluklar, otomasyon ve ticaret dinamiklerindeki değişim bu sayıyı aşağı çekti. 2010’da istihdam dibi gördü ve 11.5 milyonun biraz altına indi. Mütevazı bir toparlanma ile 2019 başında 12.3 milyona ulaşıldı. Ancak, o dönemde bile imalat sektörünün tarım dışı toplam istihdamdaki payı 1970’teki %26’dan %10 civarına gerilemişti.


Bu çarpıcı düşüş, teknolojideki yapısal dönüşümlerden, küresel üretim modellerinden ve tüketici tercihlerindeki değişimlerden kaynaklanıyor.


Sanayi İstihdamında Ters-U Eğrisi


İmalat istihdamı yalnızca ABD’de azalmıyor. Groningen Büyüme ve Kalkınma Merkezi’nin verileri, sanayi istihdamının ekonomik gelişmenin ilk aşamalarında arttığını ve ülkeler belirli bir gelir seviyesini geçtikten sonra hızla düştüğünü gösteriyor. Bu "ters-U" eğrisi; Almanya, Britanya, Çin gibi ülkelerde de geçerli. Kişi başına gelir arttıkça sanayi istihdamı düşüyor. Bu, verimlilik artışının ve yapısal ekonomik dönüşümün doğal bir sonucu.


Fabrika işlerinin azalması, IMF'nin de ifadesiyle “başarılı ekonomik kalkınmanın doğal sonucu”. Ülkeler zenginleştikçe istihdam, mal üretiminden hizmetlere kayıyor. Emek yoğun üretim ise daha düşük maliyetli bölgelere taşınıyor.


Daha Fazla Üretim, Daha Az İş


ABD’nin imalat çıktısı 1980’lerin başından bu yana iki kattan fazla arttı. Reel olarak bakıldığında ülke, Almanya, Japonya ve Güney Kore’nin toplamından daha fazla mal üretiyor. Eğer ABD’deki fabrikalar bağımsız bir ekonomi olarak sayılmış olsaydı, dünya sıralamasında sekizinci büyük ekonomi olurdu. Ancak, Harvard Üniversitesi’nden Robert Z. Lawrence’ın da belirttiği gibi, bu üretim artışı çok daha az işçiyle sağlandı.


Günümüzde Amerikalıların %4’ünden azı fabrikaların üretim hatlarında çalışıyor. Bu düşüşün temel nedeni küreselleşme değil. Michael Hicks ve Srikant Devaraj tarafından yapılan bir çalışmaya göre, 2000 ile 2010 arasında imalat sektöründeki iş kayıplarının %88’i verimlilik artışından kaynaklanırken, yalnızca %12’si dış ticaretin etkisiyle gerçekleşti. Bu işler, makineler daha ucuza ve daha gelişmiş modellerle üretim gerçekleştirebildikleri için ortadan kalktı.


Küresel düzeyde de tablo farklı değil. 2013 ile 2023 arasında dünya genelinde 20 milyon imalat işi yok oldu. Aynı dönemde, imalat üretimi %5 arttı. Otomasyon ve dijitalleşme, elle yapılan fabrika işlerini robotik hassasiyet ve algoritmik kontrolle ikame etti.


Kaybolan Ücret Primi


20. yüzyılın ortalarında imalat işleri yüksek ücretliydi, sendikalıydı ve üniversite diploması olmayan işçilere güvenli bir yaşam sunuyordu. Artık, bu dünya yok.


Economic Policy Institute verilerine göre, özellikle üniversite mezunu olmayan işçiler için imalat sektöründeki ücret primi neredeyse tamamen ortadan kalktı. Bugün inşaat, ulaşım ya da vasıflı zanaat alanlarında çalışanlar genellikle daha iyi ücret ve daha iyi haklar elde ediyor.


Aynı zamanda, sendikalı işçi oranı dramatik şekilde düştü. 1980’lerde her dört imalat işçisinden biri sendikalıydı. Bugün, bu oran onda bire geriledi.


Üniversite diploması olmayan işçiler için imalat sektöründeki ücret primi tamamen ortadan kalktı. Buna karşın bu işçiler hâlâ inşaat ve taşımacılık gibi sektörlerde gelir avantajı sağlayabiliyor.


Otomasyon ve Beyaz Yakalı Fabrikaların Yükselişi


Modern fabrikalar, yerinden edilmiş mavi yakalı işçiler için bir sığınak olmaktan çıktı. Günümüzde, ABD’deki imalat işlerinin üçte birinden azı üniversite diploması olmayanlara ait. Geri kalanların çoğu mühendis, yönetici, tasarımcı gibi beyaz yaka pozisyonlardan oluşuyor. Bu roller yüksek beceri gerektiriyor ve artık “sefer taslı işçi” nostaljisine uymuyor.


ABD, $1.2 trilyon mal ticareti açığını kapatacak şekilde tüm imalat üretimini ülke içine taşısa bile, yaratılacak fabrika işi sayısı yaklaşık olarak 3 milyonla sınırlı olurdu. Üstelik bu sayı içinde doğrudan üretim hattında çalışanların oranı yalnızca yarı kadardır. Robert Lawrence’a göre, bu tür bir yeniden yapılandırma $600 milyarlık tarife maliyeti doğurur ve her bir iş için $200.000’lik bir kamu harcaması anlamına gelmektedir.


Günümüz fabrikaları sermaye yoğun ve ileri teknolojili yapılardır. Fabrikalarda çalışanlar, Amerikan iş gücünün %4’ünden azını oluşturmaktadır. “İmalat” olarak tanımlanan işlerin yarısı insan kaynakları, mühendislik ve pazarlama gibi destekleyici alanlardadır.


Yanıltıcı Sanayi Politikaları


Siyasetçiler yeniden sanayileşmenin güvenlik ve büyüme açısından hayati olduğunu savunuyor. Ancak, son yılların verileri başka bir şeye işaret ediyor. Hindistan, imalatın milli gelir içindeki hedef payını tutturamadı. Ancak, yine de yüksek büyüme oranlarını sürdürdü. Çin, küresel imalat sektörüne hâkim durumda. Ancak, kendi büyüme hedeflerini tutturmakta zorlanıyor. Çin de 2013’ten bu yana 20 milyondan fazla fabrika işini kaybetti.


Batı’nın Çin’in sanayi modeline karşılık kendi devletçi sanayi politikalarını oluşturması gerektiği görüşü, hem Çin’i hem de Batı’yı yanlış anlıyor. Çin’in küresel imalat katma değerindeki %29’luk payı, strateji değil, ölçek kaynaklı. Zengin ülkelerin küresel ölçekte azalan bir istihdam alanında rekabet kazanabileceklerini düşünmek akılcı değil.


Milliyetçi üretim hamleleri, tedarik zincirlerinin çeşitliliğini göz ardı ediyor. COVID-19 salgını açıkça gösterdi ki, esneklik ve küresel işbirliği, ekonomik izolasyondan çok daha etkilidir.


Çin’in baskınlığını dengelemenin en etkili yolu içe kapanma değil, büyük ve açık ticaret blokları kurmaktır. “Dünya, bir imalat yanılsamasının pençesinde” ve ülkeler bu yanılsamaya tutundukça, stratejileri o ölçüde kendi kendini baltalıyor.


Bugünün İyi İşleri Nerede?


1970’lerdeki istikrarlı ve orta sınıf yaşam sağlayan fabrika işlerinin gerçek halefleri artık üretim hatlarında değil. Onlar, elektrikçiler, tamirciler, iklimlendirme teknisyenleri, güneş paneli montajcıları ve polis memurları. Bu işler nispi olarak iyi ücret sunabiliyor ve genellikle sendikalı. Ayrıca, üniversite diploması gerektirmiyor.


ABD’de, 7 milyondan fazla kişi vasıflı zanaatlarda, 5 milyondan fazla kişi ise bakım ve onarım alanında çalışıyor. Bu işler büyüyor, imalat sektörünün daha da küçülmesi bekleniyor.


Bu meslekler, geçmişte imalata atfedilen nitelikleri artık daha iyi temsil ediyor: istikrarlı gelir, orta düzey beceriyle erişilebilirlik ve toplumsal fayda. Bu sektörlerde sendikalaşma oranları daha yüksek ve altyapı yatırımları ile temiz enerji geçişi sayesinde talep artışı öngörülüyor.


Üniversite diploması olmayan işçiler için en hızlı büyüyen sektörler sağlık hizmetleri ve kişisel bakım alanlarında yer alıyor. Bu işler bugün düşük ücretli olabilir, ancak doğru politikalar ve üretkenlik artışı (yapay zekâ dâhil) ile geleceğin iş gücü için omurga görevi görebilir.


Sanayi Büyümesinin Miti


Siyasetçilerin çoğu imalatın hâlâ ekonomik büyümenin anahtarı olduğunu düşünüyor. Oysa, günümüzde gelişmiş ekonomilerde hizmet sektörü egemen konumda. Bunun önemli nedenlerinden biri, modern verimlilik artışının ağırlıklı olarak bu alanda gerçekleşmesidir. Buna karşılık, imalat sektöründeki verimlilik artışı hizmet sektörüne göre düşük kalmış durumda.


Engel Yasası bir açıklama sunuyor: gelir arttıkça, insanlar tüketimlerini maldan hizmete kaydırır. 1950’de Amerikan hanehalkı harcamalarının %60’ı mallara giderken, bugün bu oran üçte bire inmiş durumda. Hizmetler ise, toplam harcamaların üçte ikisini oluşturuyor.

Sanayi canlandırma girişimleri bu yapısal kaymayı görmezden geliyor. Fabrika işlerinin ortadan kalkması, ekonomik gelişmenin kaçınılmaz bir parçası. Emek piyasalarındaki yapısal dönüşümle savaşmak hem maliyetli, hem de sonucu olmayacak bir çaba.


Seçilecek Yol


Thomas Jefferson, tarımı ekonomik erdemin kalbi olarak görüyordu. 20. yüzyılda bu rol imalat sektörüne geçti. Bugün ise, bu rol yeniden değişmek zorunda. Amerikan işçi sınıfının kalbi artık fabrikalarda değil, vasıflı zanaatlarda, lojistikte, sağlık hizmetlerinde ve hizmet sektörünün diğer alanlarında atıyor.


Geçmişi yeniden canlandırmak için savaşmak yerine, ABD geleceğin iş gücünü güçlendirmeye odaklanmalı: hizmet sektöründe verimliliği artırmak, mesleki eğitimi genişletmek, bakım ekonomisine yatırım yapmak ve ücretleri artıracak teknolojileri (yapay zekâ dâhil) teşvik etmek.


Tarifeler üzerinden sanayi emeğini canlandırmaya çalışmanın temelini 1897-1901 yılları arasında başkanlık yapmış McKinley’ye dayandırmak Trump’ın demode yaklaşımı hakkında çok net bir fikir veriyor.

Yorumlar


© 2025 by Arda Tunca

bottom of page