İklim Krizi Piyasada Çözülemez!
- Arda Tunca
- 8 Kas 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 20 Oca
Yeryüzünün son buzul çağı 11.700 yıl önce son buldu. Daha sonra girilen ve içinde bulunduğumuz çağın adı Holosen Çağı. İnsan doğayı öylesine bozdu ki, insan etkisiyle değişen döneme bir isim verme ihtiyacı doğdu.
Biyolog Eugene Stormer ve kimyacı Paul Crutzen, insanın doğanın dengelerini değiştirdiği döneme Antroposen Çağı denmesini 2000 yılında önerdiler.
Dünya’nın evrelerini tanımlayan ve isimlendiren Union of Geological Sciences (IUGS) adlı uluslararası kuruluş Antroposen Çağı’na girildiğini düşünüyor.
Anthropocene Working Group (AWG) adlı çalışma grubu da bu konuda arştırmalar yapıyor. Çalışmalar, Antroposen Çağı’nın hangi yıldan başlatılması gerektiğine odaklanıyor. Öneriler, farklı tarihlere işaret ediyor. Endüstri devrimlerinin başlangıcı, 1945 ve 1950 yılları önerileri üzerinde düşünülüyor.
İnsan, doğanın kendi dengelerini doğal devinimin dışında değiştirecek noktaya ulaştı. Doğa, kendini yenileme fırsatı bulamadan artan nüfus ve büyüyen ekonomilerle yeniden ve yine tüketim artarak devreye giriyor. Sonuç, tahrip olan doğa ve iklim krizi. Bu krizin nedeni, insanın kurduğu ekonomik düzen.
Hava sıcaklıklarının resmi olarak ölçülmeye başlandığı tarihlerden bu yana görülen en yüksek sıcaklıklar haftalardır Dünya’nın çeşitli bölgelerini kavuruyor.
Tarihin en sıcak Haziran ayı yaşandı. Avrupa, 48.80C’ye varan sıcaklıklar yaşıyor, sıcak hava dalgaları nedeniyle ölümler yaşanıyor. ABD’de, Ölüm Vadisi’nde 53.90C’lik sıcaklık ölçüldü. Çin’in Xinjiang Bölgesi’nde sıcaklık 52.20C’ye ulaştı.
Dünya, ilk kez 2023’te sıcak hava dalgalarıyla karşılaşmıyor. Ancak, sıcak hava dalgalarının süresi uzuyor. Örneğin, ABD’nin en kalabalık 50 şehrinde düzenli olarak her yıl görülen sıcak hava dalgalarının süresi 1960 yılına göre yılda 49 gün uzamış durumda.
İklim ve iklimle ilgili doğa bilimleri üzerine çalışmalar yapan bilim insanlarının neredeyse tamamı bir iklim krizi olduğunu ve bunun nedeninin insan olduğunu tespit etmiş durumdalar.
İklim krizi ile beraber 2023’te El Nino adlı iklim döngüsünün de aşırı sıcaklar üzerinde etkisi var. Ancak iklim krizi, sıcaklıkları artıran bu doğal döngünün etkisini şiddetlendiriyor. Böylece, veri ölçümlerinin düzenli olarak yapıldığı dönemde görülmemiş sıcaklıklar ortaya çıkıyor. 2023, iklim değişikliğine ilişkin tüm verilerin ortalamalardan büyük sapmalar gösterdiği bir yıl oluyor.
Yukarıdaki veriler, doğa bilimlerinin önümüze koyduğu sonuçlar. Bunun sorumlusu ekonomik düzen. Bu ekonomik düzenin ayakta kalmasında büyük önemi olan fosil bazlı enerji kaynakları kullanımı, bu sonucun başlıca nedenleri arasında ilk sırada yer alıyor.
Fosil bazlı enerji üreten dev firmalar, Paris’te 2015 yılında imzalanan ve 2016’da devreye giren iklim sözleşmesi sonrasında kamuoyuna yanlış bilgi aktarmak amaçlı lobi faaliyetlerine $1 milyar harcadılar.
BP, Dünya’yı ısıtan fosil bazlı enerji salınımını 2030’a kadar %35 oranında azaltacağını belirtmişti. Bu hedef oranı %20-30 aralığına düşürdü. ExxonMobil, yosun kullanımıyla enerji üretimi projesini sonlandırdı. Shell, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımları durdurduğunu açıkladı.
Shell, fosil bazlı enerji üretimini 2030’a kadar %20 oranında azaltacağını dile getirmişti. Azalltı ama nasıl? Şirketin üretiminin %20’lik kısmını temsil eden bölümünü bir başka firmaya satarak. Dolayısıyla, atmosfere salınan fosil bazlı yakıt sadece el değiştirmiş oldu. Nasıl bir aldatma!
Total, fosil bazlı enerji kaynaklarına hız kesmeden yatırım yapmaya devam edeceğini ilan etti.
Petrolün devleri, verdikleri son derece mütevazi yenilenebilir enerji yatırımı sözlerinden dahi tek tek geri dönüyorlar.
Petrol sektörünün devlerinin yenilenebilir enerjilere yatırımlarının son derece yetersiz olmasının yanında, bazı yatırım fonları da petrolün devlerini fonlamaktalar. Ancak, buradaki temel sorun, fonlama sağlıyor olmaları değil.
Yatırım fonları, yeşil ya da sosyal sorumluluk isimlendirmeleriyle fonlar kuruyorlar. Amaç, yeşil enerjiye, topluma fayda sağlayan şirketlere yatırım yapmak olarak ilan ediliyor. Bu amaçla, söz konusu fonları ESG (Environment, Social, Governance) kısaltmasıyla listeliyorlar. Fakat, ESG kısaltmasına sahip fonlarla fosil bazlı enerji üreten firmalara yatırım yapıyorlar. Diğer bir ifadeyle, yeşil ve yenilenebilir enerji firmalarına yatırım yapıyor gibi gözüküp, bu fonlara para yatıran yatırımcıları aldatıyorlar. Buna, İngilizce’deki isimlendirmeyle “greenwashing” deniyor.
İçinde bulunulan krizi aşmak çok uzun zaman alacak bir çabayı gerekli kılıyor. Ancak, petrol sektörü tarafından iklim krizi hemen hemen 70 yıldır biliniyor olduğu halde, gelinen nokta hiç iç açıcı değil. Sektörün kamuoyuna yanıltıcı bilgi aktarımının 70 yıllık bir hikayesi mevcut.
İklim krizinin piyasa koşullarında çözülmesini beklemek mümkün değil. Hayek, Friedman gibi iktisatçıların piyasa fetişisti görüşleriyle şekillenen dünyanın ağır sorunları var. Bu sorunlar, devletlerin kontrolündeki piyasa denetimleriyle de aşılabilir olmaktan çıkmış durumda. Onlarca yıldır yaşananlar, bu tespite işaret ediyor.
Çok sayıda okuma ve araştırmadan çıkan sonuçlarla bir öngörüde bulunmak mümkün. İklim krizinin önüne geçmek amacıyla atılmakta olan başarısız adımların yaşanacak ağır bedelleri ile çözüm bir gün serbest piyasa ekonomisinin dışına çıkabilir. Mevcut ekonomik anlayış çerçevesinde başta su olmak üzere kaynakların yetersizliği sorunu iktisadi tercihlerin hanehalkı ve firmalara bırakılamayacağı bir noktaya ilerleyebilir.
İktisatta, çevre ekonomisi adında bir alan var. Bu alanla ilgilendiğinizde, çözümü serbest piyasada da, ekososyalizmde de arayanların olduğunu görüyorsunuz. İklim krizinin bedelini ödeyenlerin dezavantajlı sosyal gruplar ve ülkeler olduğunu anladığınızda, konunun sınıfsal boyutlu olduğunu da anlayabiliyorsunuz.
Kısa vadede elde edilen karlar, bedeli ağır olacak bir konunun önemini arka plana itiyor. Petrolün devleri, lobi faaliyetleriyle karlarını katlarken, iklim krizinin sonuçlarının düşük gelir gruplarınca, fakir ülkelerce, dışlanan sosyal gruplarca yaşandığını uzaktan izliyor olacaklar. Şimdiye kadar olduğu gibi.
Mevcut ekonomik düzenin tasarımında insanlığa zarar veren bir süreç çalışıyor. Bu düzenden çok az sayıda kişi ve firma faydalanıyor.
İklim krizinin kapitalizmin eseri olduğu Financial Times gibi gazetelerde dahi dillendirilmeye başlandı. İktisat eğitiminin farklı bir anlayışla verilmesi gerektiği anlatılıyor. Paul Krugman, The New York Times’taki köşesinde iklim krizinin politize edilmesi gereken bir konu olduğunu anlatıyor ki kendisi bir çevre ekonomisti değil.
Özetle, çözüm piyasada değil, devletlerde. Ancak, COP toplantılarının geride kalan 27’sinin bir işe yaramadığı düşünülünce, umutlar azalıyor.

COP28’in başkanlığını Birleşik Arap Emirlikleri’nin devlete bağlı petrol şirketi Adnoc’un başındaki Sultan al-Jeber’in yapacağı ve kısa bir süre önce Adnoc’un günlük petrol üretimini ikiye katlayacağını açıklaması hatırlanınca, bu işin artık piyasa koşullarında çözülemeyeceği daha da netleşiyor.
Görünen o ki, zorunluluk ve kamuoyu baskısı altında devletler ciddileşmek zorunda kalacaklar. Belli bir eşik daha aşıldıktan sonraki ciddiyet, rejim değişiklikleri anlamına geliyor olabilir. Bu olasılık giderek artıyor. İnsan, kötüyü yaşamadan anlamıyor.



Yorumlar