top of page

Şikago’dan Şili’ye Bir Neoliberal Deneme Hikâyesi: Şili’de Gizlice

Güncelleme tarihi: 26 May

1970 öncesinde Şili, Latin Amerika’nın en gelişmiş anayasal demokrasilerinden biriydi. Ancak bu siyasi istikrar, toplumsal eşitsizlikleri perdeleyemiyordu. Toprak mülkiyeti birkaç büyük ailenin elindeydi. Kırsal bölgelerde milyonlarca insan yarı-feodal ilişkilerle yaşamını sürdürüyordu. Bu durum, 1960’lı yıllarda toprak reformu taleplerini ve sendikal hareketleri güçlendirdi. Özellikle madencilik ve tarım sektörlerinde örgütlü işçi sınıfı, ekonomik yapının adil olmayan doğasına karşı kitlesel tepkiler göstermeye başlamıştı.


Sosyal baskılar Allende'nin seçim zaferine zemin hazırlarken, aynı anda ABD için de bir tehdit sinyaliydi. Soğuk Savaş'ın ortasında, Marksist bir liderin seçimle iş başına gelmesi Washington’da alarm zillerini çaldı. ABD’nin Şili’ye müdahalesi, yalnızca diplomatik değil, doğrudan operasyonel nitelikler taşıyordu.


1970-73 arasında CIA, Şili’deki medya organlarını finanse etti, ordu içindeki hizipleri kışkırttı ve ekonomik sabotajlara destek verdi. Özellikle ITT (International Telephone and Telegraph) gibi Amerikan şirketlerinin Şili’deki çıkarlarını korumak için Pinochet’yi destekledikleri belgelerle kanıtlandı. Richard Nixon ve Henry Kissinger’ın “ekonomiyi çığlık attırma” yönündeki sözleri, bu müdahalenin bilinçli ve sistematik doğasını açığa çıkarıyordu. Allende'nin devrilmesi, yalnızca bir iç dinamik değil, bir küresel güç oyunuydu.


Milton Friedman, özgürlükçü düşüncenin en etkili savunucularından biri olarak tanındı. “Kapitalizm ve Özgürlük” adlı kitabında bireysel hakları, piyasa özgürlüğünü ve devletin sınırlandırılmasını savunurken, otoriter bir rejimin ekonomik mimarlığını üstlendi.


1975’te, Pinochet ile görüşmesi ve “şok terapisi” önerisi, bu çelişkinin tarihsel bir simgesine dönüştü. Şili halkı için bu “terapi”, enflasyonun düşürülmesinden çok, işsizliğin yükselmesi, yoksulluğun derinleşmesi ve sosyal korumanın ortadan kalkması anlamına geldi.


Naomi Klein, The Shock Doctrine adlı çalışmasında bu durumu “iktisadi şiddet” olarak adlandırır. Şiddetin sadece fiziki değil, ekonomik kararlarla da uygulanabileceğini, bu kararların sonuçlarının ise milyonlarca insanın hayatını etkileyebileceğini gösterir.


Juan Gabriel Valdés de, Pinochet’s Economists adlı kitabında bu iş birliğini, “soğuk ve teknik bir dille meşrulaştırılan ideolojik bir haçlı seferi” olarak tanımlar.


Bir ülke düşünün, And dağlarının eteklerinde, Pasifik’in soğuk kıyılarında, halkının gözleri umutla aydınlık bir gelecek ararken birden karanlık çöker. Bu karanlık, sadece tanklarla gelen bir darbeden ibaret değildir. Aynı zamanda sayılarla, grafiklerle, raporlarla gelen bir ideolojidir.


Şikago Üniversitesi’nin iktisat kürsülerinden doğan ve “şok terapisi” adıyla paketlenmiş neoliberal reçeteler, Şili’yi bir laboratuvara çevirdi. Bu deneyde insan yoktu, piyasa vardı. Bu hikâyeyi bize sadece tarihçiler değil, bir romancı da anlattı: Gabriel García Márquez. Ama O'nun anlattığı, sadece Şili'nin değil, aynı zamanda gerçeğin edebiyatla nasıl birleşebileceğinin de hikâyesiydi.


1955 yılında, Şikago Üniversitesi ile Şili’nin Katolik Üniversitesi arasında kurulan akademik işbirliği, yalnızca müfredat paylaşımı değil, ideolojik bir aktarımdı. Friedman, Becker, Harberger ve Schultz gibi isimler, genç Şilili öğrencileri serbest piyasa ekonomisinin sert kalıplarında şekillendirdiler. Onlara zamanla “Chicago Boys” denecekti.


Bu akademik ihraç, sadece iktisadi bir teori değil, ABD'nin Soğuk Savaş refleksleriyle şekillenmiş bir dünya görüşünün taşıyıcısıydı. Kapitalizm dışında başka bir yolun mümkün olmadığı fikri, Latin Amerika'nın topraklarına laboratuvar gibi muamele edilmesini meşrulaştırdı.


11 Eylül 1973'te General Pinochet'nin gerçekleştirdiği kanlı darbe, yalnızca bir iktidar değişimini değil, bir ekonomik sistemin militarist zorla uygulanmasını da beraberinde getirdi.


Friedman, 1975'te Pinochet’yi bizzat ziyaret ederek ona "şok terapisi" önerdi. Şili’de, sosyalist Allende'nin kamulaştırdığı her şey hızla özelleştirildi. Devletin ekonomik koruması geri çekildi, eğitim, sağlık, emeklilik sistemleri piyasanın insafına bırakıldı.


Gabriel García Márquez’in sözleriyle: “Ülkenin varlık içinde yüzdüğünü etkileyici bir biçimde göstermek isteyince... değerli ne varsa özel girişimcilere ve çok uluslu şirketlere satıldı... Böylece ülke, görülesi bir zenginlik ve ekonomik denge olduğu yanılsaması yarattı.”


Miguel Littín, darbeden sonra ülkesinden kaçmak zorunda kalan binlerce insandan biriydi. O'nu farklı kılan, 1985’te sahte bir kimlikle ülkesine dönüp her şeyi belgelemeye çalışmasıydı.


Littín’in gizli çekimleri, hem bir halkın bastırılmış hafızasını hem de ekonomik modelin insan yüzünü gözler önüne serdi. Gabriel García Márquez, bu olağanüstü hikâyeyi “Şili’de Gizlice” adlı kitabında ölümsüzleştirdi. Kitap, yalnızca bir röportaj değil, aynı zamanda iktisadi şiddetin bir anlatımıdır.


García Márquez sıradan bir yazar değildi. Hukuk fakültesini bırakıp kendi yönettiği bir entelektüel yolculukla gazeteciliğe adım attı. Eleştirel düşüncesini hiçbir zaman saklamadı. Ne Kolombiya’nın siyasi yapısından ne de emperyalist müdahalelerden.


Kurşun geçirmez camlı, bomba korumalı Lancia Thema marka aracında, eski bir gerilla savaşçısı Don Chepe tarafından şehirde dolaştırılırken, çoğu zaman altı gizli servis görevlisi tarafından takip edilirdi. Çünkü O, Kolombiya’da her ay iki bine yakın insanın öldürüldüğü, yüzlercesinin kaçırıldığı bir ülkede, gerçeğin peşindeydi.


Son 15 yılda bir buçuk milyon Kolombiyalının yerinden edildiği, ülkenin yüzde kırkının Marksist gerillalar ve sağcı milisler arasında bölündüğü bir savaş coğrafyasında, Márquez yazıyordu.


Dünya, Marquez'i Yüzyıllık Yalnızlık, Kırmızı Pazartesi ya da Kolera Günlerinde Aşk gibi romanlarla tanısa da, O'nun kalemi, “büyülü gerçekçiliğin" ötesine uzanıyor, tanıklıkla romanın sınırlarını adeta eritiyordu. Littín’in gizli belgelerini romanlaştırması, bu tavrın en güçlü örneklerinden biriydi.


Bugün, neoliberalizm yalnızca Şili’nin değil, pek çok ülkenin ekonomik ve toplumsal dokusunu zorluyor: gelir eşitsizlikleri, kırılganlaşan orta sınıf, iklim krizinin insani bedelleri, v.s. Şili’de olanlar, geçmişin bir sahnesi değil, bugünün yankısıdır.


Bugün, Arjantin’den Türkiye’ye, Hindistan’dan ABD’ye kadar birçok ülkede benzer sorular yeniden soruluyor: Ekonomik büyüme hangi bedelle sağlanıyor? İnsan hayatı, kamu hizmetleri ve sosyal adalet piyasa mantığına feda edilebilir mi?


Neoliberal politikaların vaad ettiği "verimlilik", eğer yalnızca zenginleri daha zengin ederken yoksulları sessizliğe mahkûm ediyorsa, o zaman bu modelin yalnızca ekonomik değil, ahlaki bir krizi de var demektir.


Gabriel García Márquez’in kelimeleriyle kayda geçirilmiş bu hikâye, bizlere bugün de şunu anlatıyor: Gerçek, yalnızca açıklanmaz, hatırlanır, anlatılır, yaşanır.


Bir ekonomik modelin başarısı yalnızca rakamlarla mı ölçülür? Yoksa aç bekleyen insanların sessizliğiyle de mi?

Yorumlar


© 2025 by Arda Tunca

bottom of page