top of page

Abluka Altında Türkiye

Türkiye'nin bugün içine düştüğü siyasi krizi daha iyi anlamlandırmak için 2015'e uzanmak gerekiyor.


Haziran 2015'te AKP, 2002'de iktidara gelişinden sonra ilk kez koalisyon hükümeti kurma zorunluluğu ile karşı karşıya kaldı. Haziran 2015 sonrasında, Türkiye bir anda terör olayları ile yüz yüze kalıyor, bunalıyor ve Kasım 2015'te yeniden sandığa gidiyordu.


15 Temmuz 2016, iki grubun devleti ele geçirme mücadelesinin bir sonucu idi. FETÖ ile AKP arasında yaşanan çatışmada Türkiye Cumhuriyeti'nin Meclis'i dahi bombalanıyordu. AKP, toplumun desteğinin arkasında olduğunu göstermek amacıyla halkı haftalarca sokağa davet ediyordu. AKP, yaşanan gelişmelerin bir "demokrasi mücadelesi" olduğunu kendi tabanına başarıyla anlatarak kitleleri ikna edebiliyordu. Ülkenin demokrat ve laik kitleleri bu çatışmanın hiçbir yerinde yer almıyordu. Onlar, gelişmeleri izlemekle yetiniyorlardı.


2018, rahip Brunson kriziyle bir kur krizine dönüşüyordu. Türkiye ekonomisi, ilerleyen yıllarda artarak devam edecek istikrarsızlık sürecini bir başka boyutta yaşamaya başlıyordu. Ancak, bugün gelinen noktanın 2015’ten sonraki en önemli siyasi aşaması 2019’da yaşanıyordu.


Mart 2019’da gerçekleşen yerel seçim sonuçlarına göre İstanbul’da Ekrem İmamoğlu 4,171,118 oy alıyordu. AKP’li rakibi ise, 4,149,656 oy ile İstanbul seçimini kaybediyordu. Ancak, cumhurbaşkanına göre, İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybederdi.


Mart 2019’da gerçekleşen İstanbul seçiminin sonucunu beğenmeyen cumhurbaşkanı Haziran 2019’da seçimleri yeniletti. Aradan geçen 3 ayın sonunda Ekrem İmamoğlu seçimi Mart'a göre çok büyük bir farkla kazanıyordu. Bu defa aldığı oy sayısı 4,742,082 idi. AKP’li rakibinin oyları ise 3,936,068’e geriliyordu. Açılan fark karşısında AKP, geri çekilmek zorunda kalıyor ve yenilgiyi kabul ediyordu.


Seçim yenileme konusunda 2015’te prova yapılmış, 2019’da da benzer bir strateji uygulanmıştı. 2015’te terörden kafasını kaldıracak hali kalmayan Türkiye, 2019’da, huzur ortamında mağdur olanın yanında duruyordu. Tıpkı 2002’de Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında durduğu gibi.


Aradan geçen zaman içinde Ekrem İmamoğlu giderek güçlenen bir siyasi figür olarak Türk siyaset tarihinde kendine yer edinmeye başlıyordu. Muhalefet (Millet İttifakı), Mayıs 2023’te gerçekleşen genel seçimlerden ağır bir mağlubiyetle çıkıyor ama bu seçimlerden sadece 9 ay sonra gerçekleşen yerel seçimlerde ağır bir mağlubiyet yaşayan bu defa AKP oluyordu. Bu kadar kısa süre içinde yaşanan bu toplumsal tercih değişimi şaşırtıcı idi.


Mart 2024’te gerçekleşen yerel seçimlerden Ekrem İmamoğlu bir kez daha galip çıkıyor ve haksızlıklar sonucu tekrarlanan 2019 yerel seçimlerindeki başarısını perçinliyordu.


İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybederdi. Bu düşüncenin paniği bir yanda dururken, Ekrem İmamoğlu’nun geleceğin cumhurbaşkanı olacağı yönündeki kamuoyu algısı kendisine yönelik artan destekle güçleniyordu.


2015 ve 2019’da iktidarı kaybetme riskiyle karşılaşan AKP için bir sıkışma ve belki de bir sona yaklaşma süreci yaşanıyordu. Arada, Türkiye’nin parlamenter sistemden cumhurbaşkanlığı sistemine geçip geçmeyeceğinin oylanması için 2017’de gerçekleştirilen referandumda da mühürsüz oy pusulaları geçerli sayılmıştı.


AKP, ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak istiyordu. İktidarı kaybetmemek adına atılacak her yol mübahtı.


Bugün Türkiye, büyük endişeler içinde. Toplum, sadece muhalefet kanadında değil, iktidar kanadında yer alan bazı kesimlerde de rahatsız. Geçmişte yaşanan adaletsizlikleri ve haksızlıkları gözlemlemiş ve tespit etmiş bir halk var. Bu halk, her zaman mağdur olanın yanında olmayı tercih etti.


Türkiye’nin demokrasisi hiçbir zaman gelişmiş bir düzeye ulaşmadı. Ancak, halkın kültürü çerçevesinde ortak bir adalet duygusu var ve siyasette mağdur konumuna düşürülmüş olanlara yakın tarihinde hep sahip çıktı.


AKP’nin giderek demokrasiden uzaklaşan tavırlarının temelleri 1990’larda yapılan açıklamalarda yer alıyor. Bugün yaşananların yaşanacak olduğu hemen hemen 30 sene önce anlatıldı. Demokrasi tramvayından vakti gelince inilecekti. Demokrasi, İslam medeniyetini kurmak yolunda bir amaç değil, bir araçtı. Ayrıca, bugün görevde olan cumhurbaşkanı şeriat yanlısı olduğunu da 1990’larda anlatmıştı.


Bundan sonraki süreç Türkiye için bir hayli zor. 2002'den bu yana tüm kamu teşkilatını parti teşkilatına dönüştürmüş, askeri, polisi, yargıyı elinde tutan bir iktidar partisi var. Bu partinin lideri Anayasa Mahkemesi kararlarını dahi tanımayacağını geçmişte ilan edebilmiş bir siyasetçi.


Seçimlerin bir vitrin olarak kullanılması olasılığı çok yüksek. Diğer bir ifadeyle, AKP’nin mutlaka kazanacağı seçim koşullarını 19 Mart 2025 günü Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ile beraber hazırlamaya başladığını görüyoruz. Seçimlerin olağanüstü hal ilan edilerek ortadan kaldırılması gibi endişeler toplum içinde tartışılıyor, dillendiriliyor. Ancak, iki haftaya yakın bir süredir yaşananlar, sonucu mutlaka galibiyet olan seçim koşullarının oluşturulmaya çalışıldığını çok açık bir şekilde anlatıyor. 2015’ten bu yana yaşananlar, bu olasılığı çok güçlü kılıyor.


Demokrasiden böylesine sert bir uzaklaşmayı içinde bulunulan koşullarda Türkiye hiç yaşamadı. Ülkenin yakın tarihi askeri ihtilallerle ve ihtilal denemeleriyle dolu. Asker, demokrasinin alanı olan siyasete dışarıdan müdahale etti. Ancak, bu defa demokrasiden bu büyük kopuş demokrasinin kurallarını işletmesi gereken bir kurumsal yapının içinden geliyor: iktidar ve siyaset.


CHP’nin siyasi stratejisi ve toplumun demokratik ve adalete dayalı enerjisini doğru yönlendirmesi çok önemli. Yolsuzluk, terörle ilişki, v.s. Ahlaka aykırı ve Türkiye’nin geleceğine darbe indirecek planlar varsa, elbette cezalandırılmalıdır. Ancak, herkese aynı kuralları ve aynı adaleti işleterek.


Ekrem İmamoğlu’nu cumhurbaşkanlığı için uygun görürsünüz ya da görmezsiniz, beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, CHP’li olabilirsiniz ya da olmazsınız. Konu bunlar değil şu an. Konu, vatandaşlık hakları, hukukun herkese eşit olarak uygulanması, yargının iktidarın emrinden kurtarılması, seçimlerin göstermelik değil, adil ve demokratik koşullarda gerçekleştirilebilmesi, parti devleti yapısından kurtulmanın yollarının aranması.


Kısaca, temel kişisel hak ve hürriyetlerin kaybolmamasının ve bu hak ve hürriyetlerin teminatı olan kurumların yeniden demokrasi ve adalet ilkeleri doğrultusunda çalışmaya başlamasıdır konu. Olumlu bir sürecin başlayabilmesi için dahi her şey yolunda gitse de birkaç yıla ihtiyaç olduğu gerçeği akıldan çıkarılmamalı. Sosyal gelişmelerin olgunlaşması zaman alır, sabır ister.


Çok temel konuları konuşuyoruz. 1923’ten ve askeri ihtilal dönemlerinden dahi geri düştük.

Comments


© 2025 by Arda Tunca

bottom of page