Mimari Yapıların Arasında Müziği Keşfetmek
- Arda Tunca
- 2 saat önce
- 3 dakikada okunur
Kopenhag sokaklarında ve meydanlarında dolaşıyorum. Nyhavn'daki zarif tiyatro binası ve şehrin geneline yayılmış incelikli mimari tasarımlar dikkatimi çekiyor. Danimarka'nın özellikle müzikte derin ve rafine bir estetik duyarlılığa sahip olduğu izlenimine kapılıyorum.
Bir ülkenin müzik geleneği hakkında mimari eserlerine bakarak sonuçlar çıkarmak mümkün müdür? Kopenhag'ın mimari yapısı bana bunun mümkün olduğunu anlattı. Binaların cephelerinden sessizce kültürel hafıza yankılanıyormuş gibi fikirler uyandı bende.
Görkemli neo-klasik cephesiyle Danimarka Kraliyet Tiyatrosu, Danimarka Müzik Müzesi ve Ørestad’daki Jean Nouvel imzalı cesur modernist DR Konser Salonu, tamamen farklı mimari diller aracılığıyla, müzik mirasına Danimarka'nın saygısını yansıtıyor. Bu yapılar yalnızca performanslara ev sahipliği yapmakla kalmıyor, aynı zamanda Danimarka'nın yüzyıllar boyunca müzik kültürüne derinden bağlı bir ülke olduğu fikrini de yansıtıyor.
Yürürken sadece Danimarka müzik tarihi üzerine değil, bir ülkenin anayasal yapısı ve uluslararası siyasi nüfuzunun kültürel yansımalarını nasıl şekillendirdiği üzerine de düşünmeye başladım.
Bir ülkenin küresel sanatsal söylemi etkileme yeteneğinin yalnızca sanatsal yetenekle değil, siyasi görünürlük, kurumsal güç ve tarihsel ittifaklarla da derinden bağlantılı olduğunu düşündüm.
Klasik müzik söz konusu olduğunda, Almanya, Avusturya, Fransa, İtalya ve İngiltere geleneklerini biliyoruz. Bestecileri konser salonlarını doldurur, ders kitaplarında baskındır ve Batı kanonuna dair anlayışımızı şekillendirir. Ancak, Dieterich Buxtehude, Niels Gade ve Carl Nielsen gibi isimlere ev sahipliği yapan Danimarka, bu müzik haritasında genellikle yokmuş gibi görünür. Bu isimleri sonradan çalışarak ama binaların bana verdiği hislerin yarattığı sorularla yürümeye devam ettim.
Danimarka'nın perde arkasında kalmışlığı yokluk ya da gelenek eksikliğinden kaynaklanmıyor. Daha çok kültürel kanonların nasıl oluşturulduğuyla, güç, dil ve etkinin tarihsel hafızayı nasıl şekillendirdiğiyle ilgili. Sanat, altyapıya, devlet himayesine, uluslararası yayına, sınır ötesi etkileşime ve imparatorlukların ideolojik ağırlığına ihtiyaç duyuyor. Bu, bir kural olmasa da, tarihte örneği çok. Bu bağlamda, Danimarka'nın zengin müzik geleneği, genellikle daha baskın kültürel merkezlerin gölgesinde kalan çevresel bir jeopolitik bağlamda gelişmiş.
Kentlerinin mimari zarafetinin ötesinde Danimarka, Avrupa müziğine katkıları derin bir kültürü temsil ediyor. Ancak, yeterince tanınmanış besteciler yetiştirmiş.
Kim bu bestecilerin ve müzik insanlarının önemlileri?
Dieterich Buxtehude (1637–1707), geç Barok döneminin en etkili orgcularından ve bestecilerinden biri. Müziği, Kuzey Alman org geleneğini tanımlamaya yardımcı olmuş ve J.S. Bach üzerinde derin bir etki yaratmıştır. Buxtehude’nin stilus fantasticus'u, kontrapuntal inceliği ve etkileyici koro düzenlemeleri, Lutherci Avrupa’da kutsal müzik için adeta bir ölçüt oluşturmuştur.
J.P.E. Hartmann (1805–1900), Danimarka Romantik müziğinde merkezi bir rol oynamıştır. Eserleri, ulusal romantizmi Alman formalizmiyle birleştirmiş ve Edvard Grieg'i etkileyerek Avrupa'da yükselen milliyetçi estetik anlayış döneminde İskandinav müzik dilini tanımlamaya yardımcı olmuştur.
Friedrich Kuhlau (1786–1832), doğum itibarıyla Alman'dır. Danimarka vatandaşlığına geçerek Danimarka’da piyano ve oda müziği geleneğini şekillendirmiştir. Beethoven'ın üslupsal yeniliklerini İskandinavya'ya taşımada önemli rolü olmuştur.
Niels W. Gade (1817–1890), 19. yüzyılın en tanınmış Danimarkalı bestecisidir. Mendelssohn ve Leipzig ekolü ile yakın bağlar kurmuştur. Ayrıca, Danimarka müzik eğitimini kurumsallaştırarak Kopenhag Konservatuvarı’nın kurulmasına öncülük etmiş ve sonraki nesiller için profesyonel eğitimde sürekliliği sağlamıştır.
Carl Nielsen (1865–1931), Danimarka'nın en sembolik müzikal figürüdür. Altı senfonisi, yaylı dörtlüleri ve şarkıları modernist, hatta bazen ikonoklast bir duyarlılık sergiler. Nielsen’in müziği romantik patosa direnç gösterip yapısal deneyselliği benimsemiştir. Böylece, 20. yüzyıl başlarındaki Avrupa modernizmi içinde karmaşık bir konum kazanmıştır. Bu karmaşıklığın temelinde, 19. yüzyıl Oryantalizm akımının etkileri de bulunmaktadır.
20. ve 21. yüzyıllarda, Rued Langgaard, Vagn Holmboe, Per Nørgård ve Hans Abrahamsen gibi besteciler bu yenilik geleneğini sürdürmüştür. Eserleri, felsefi soyutlamalar, doğa ve matematiksel yapılarla etkileşime girerek Avrupa’da post-tonal ve spektral müziğin geniş çaplı evrimiyle uyum içindedir.
Katkılarına rağmen Danimarka, Avrupa müzik tarih yazımında merkezi bir güç olarak yer edinememiştir. Bu durum birkaç faktörle açıklanabilir:
Jeopolitik ve Diplomatik Konum: Danimarka’nın Avrupa güç siyaseti içindeki göreceli olarak mütevazı rolü, kültürel çıktılarının Avusturya veya Fransa gibi uluslararası düzeyde desteklenen ülkelerin sahip olduğu görünürlüğe erişmesini engellemiştir.
Anayasal ve Kurumsal Gelişim: Danimarka’nın anayasal monarşi ve liberal demokrasiye geçişi, Almanya'nın 1871'de birleşmesi veya Fransız cumhuriyetçiliği gibi ulusal sanat biçimlerini agresif biçimde teşvik eden güçlü kültürel milliyetçilikten yoksundu.
Dilsel ve Kültürel Sınırlama: Danimarkalı besteciler sıklıkla yerel seyirciler için Danimarkaca yazmıştır. Eserlerin baskın Avrupa dillerine çevrilmemesi uluslararası yaygınlaşmayı sınırlamıştır.
Kanonlaşma ve Müzikolojik Önyargı: 19. yüzyıl Batı müzik kanonunun gelişimi, bölgesel gelenekleri dışlayan, kolonyalist ve Avrupa merkezci perspektiflerle şekillendirilmiştir.
Yayıncılık ve Dağıtım Ağları: Leipzig, Paris ya da Milano gibi müzik yayıncılığı merkezlerinden yoksunluk, Danimarka'nın eserlerinin dolaşımını sınırlamıştır.
Kültürel Ekonominin Küçük Ölçekli Olması: Kısıtlı orkestra, konser salonu ve festival sayısı, Danimarka’nın bestecilerini büyük ölçekte tanıtma kapasitesini sınırlamıştır.
Danimarka’nın müzik mirası, mimarisi gibi incelikli ve derinliklidir. Bestecileri Avrupa'nın gelişimiyle etkileşim içinde özgün besteciler ve eserler yaratmıştır. Bilinirliklerinin azlığı, değerlerinden değil, sanatın küresel hiyerarşilerinden kaynaklanıyor.
Yürüdüm, düşündüm, sorulara boğuldum, araştırdım ve bunları buldum.