top of page

Orlando Furioso

Bazı eserler yazılır, bestelenir, okunur, çizilir ve her sanatı yüzyıllar boyu etkiler.


Matteo Maria Biardo (1440-94) Orlando İnnamorato şiirini 1476’da yazmaya başlar ama bitiremez. Şiir, Fransa’nın 11. yüzyıldan gelen La Chanson de Roland’ından esinlenmiştir. Büyük Karl (747-814), şövalyeleri ile Sarazenlere karşı savaşmaktadır. Roland ya da Orlando, bu savaşta bir şövalyedir. Biardo, Halikarnassoslu (Bodrum) Herodot’un (M.Ö. 484-425) Tarih kitabını İtalyanca’ya çeviren kişidir.

ree

Biardo’nun “Tarih” çevirisi (Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/Matteo_Maria_Boiardo)


Ludovico Ariosto (1474-1533), Orlando İnnomorato’yu temel alarak Orlando Furioso’yu yazar. Ariosto, 1506’da, 32 yaşında başlar şiiri yazmaya. 1532’de, son versiyonu yayınlanana kadar eklemeler yapar şiire.

ree

Orlando Innamorato (Kaynak: https://images.app.goo.gl/1uNE7GA8czNFA1nb7)


Geçtiğimiz günlerde, Antonio Vivaldi’nin (1678-1741) Orlando Furioso’sunu, Türkçe isimlendirmesiyle Çılgın Orlando’yu dinliyordum. Notaların bana hissettirdiklerinden yola çıkarak Orlando Furioso şiirini hatırlama gereği hissettim. Şiirle notalar arasındaki bağı, Vivaldi’yi üst üste beş kez dinledikten sonra daha iyi kurabildim. Orlando Furioso’nun hikâyesini hayalimde canlandırıyordum ki aklım sürekli Martin Eden’a gitti. Orlando Furioso’yu anlatan bir yazı yazmak niyetinde iken Martin Eden giriverdi araya.


Orlando’yu Martin Eden ile kıyaslayarak anlatmak daha ilgi çekici geldi bana. Aklımın neden Martin Eden’a kaydığını düşünürken aşağıdaki satırlar çıkıverdi.


Edebiyat tarihi aşk, başarı veya onur peşinde koşan tutkulu kahramanların hikayeleriyle doludur. Kahramanların gerçeklerle yüzleşmeleri eserlerin duygu yoğunluklarını artırır. Edebiyat, bu yoğunluklu anları betimlemenin yoludur.


Aralarındaki yüzyıllara rağmen, Ludovico Ariosto’nun (1474-1533) Orlando Furioso’su ile Jack London’ın Martin Eden’i arasında tematik paralellikler hissettim. Bazı zıtlıklar da.

ree

Farklı edebi formatlara girmiş iki kahraman. Biri fantastik öğelerle dolu bir Rönesans destanı, diğeri ise katı gerçeklikle donatılmış bir roman. Kahramanların izledikleri yollarda yakaladım bazı benzerlikleri.


İdealizmle başlayan, hayal kırıklığı ile devam eden ve nihayetinde varoluşsal bir krize sürüklenen Orlando Furioso ve Martin Eden. Romantikleştirilmiş ideallere yönelik bir eleştiri ve kişisel hırsın nihai boşluğuna dair derin bir sorgulama hali.


Orlando, şövalyelik onurunu ve aşkı arayan bir savaşçıdır. Martin ise kendini yetiştirmiş, entelektüel bir adam. Orlando’nun Angelica’ya olan takıntısı, Martin’in Ruth’a olan hayranlığıyla benzeşir. Her ikisi de sevdikleri kadınların ilgisini kazanmak için çaba sarf eder. Ancak yolculukları ilerledikçe, peşinde koştukları ideallerin sadece bir yanılsama olduğunu fark ederler.


Orlando, Angelica’nın kendisine kayıtsız olduğunu anladığında deliliğe sürüklenir. Delilik, şövalyelik idealinin de çöküşünün bir metaforudur. Aşk, ilahi bir ödül değildir ve onur, mutluluğun teminatı değildir. Benzer şekilde, Martin Eden yıllarca edebi başarıya ulaşmak için çabalar ve entelektüel gelişiminin onu üst sınıfa kabul ettireceğine inanır. Ancak şöhreti yakaladığında, bir zamanlar idealize ettiği dünyanın aslında yüzeysel ve çabalarının hiçbirine değmeyecek kadar boş olduğunu görür. Radikal bir dönüşüm, her iki eserin de merkezinde yer alır.


Hem Orlando Furioso hem de Martin Eden’da aşk, kahramanların arzularını besleyen en önemli motivasyon kaynağıdır. Ancak, kahramanların çöküşlerinin kökleri de aşktadır. Orlando’nun Angelica’ya olan tutkusu, karşılıklı sevgiye değil, şövalyelik kültürünün idealize ettiği bir aşk anlayışına dayanır. Angelica, ünlü bir şövalye yerine sıradan bir askeri seçtiğinde, Orlando’nun aşk ve onur algısı yerle bir olur. Şiddetli bir öfkeyle zırhını parçalaması ve aklını yitirmesi, şövalyelik ideallerinin anlamsızlığını simgeler.


Martin Eden’in Ruth’a olan sevgisi de bir idealizmin ürünüdür. Ruth, Martin için sadece bir kadın değil, aynı zamanda kültürel inceliğin, yüksek sınıfa ait olmanın ve sosyal kabulün simgesidir. Ancak Martin başarılı olup toplum tarafından tanındığında, Ruth’un aşkının kişiliğine değil, elde ettiği statüye bağlı olduğunu fark eder. Bu keşif, O’nu yalnızca Ruth’tan değil, içinde yer almaya çalıştığı tüm sosyal yapıdan soğutur. Bir zamanlar aşkın ilham verdiği bu iki kahraman, sonunda en büyük hayal kırıklıklarını aşkları yüzünden yaşarlar.


Orlando Furioso’da Orlando’nun şövalyelik kimliğinin çöküşü, şövalyeliğin artık geçerliliğini yitirdiğini ima eder. Her ne kadar eser fantastik öğeler içerse de, Ariosto’nun kahramanlık ve onur kavramlarına karşı eleştirel bir tutum sergilediği açıktır. Onurlu olmanın mutluluk getirdiği fikrinin romantik bir yanılsama olduğu vurgulanır.


London ise bireysel başarı miti ve kapitalist toplumun vaat ettiği rüya üzerine sert bir eleştiri getirir. Martin Eden, yetenek ve çalışkanlığın kendisine mutluluk getireceğine inanarak hareket eder. Ancak başarıyı yakaladığında, bu başarının onu tatmin etmek yerine daha da yabancılaştırdığını fark eder. Sonunda, bir zamanlar hayalini kurduğu hayatın aslında hiçbir anlam ifade etmediğini görerek intihar eder. Bu trajik son, bireysel hırsın ve romantize edilen sosyal başarı anlayışının ne denli yanıltıcı olduğunu gösterir.


Tarihsel bağlamları ve edebi türleri farklı olsa da, Orlando Furioso ve Martin Eden ortak bir anlatıya sahiptir: hırsın ve idealizmin umutsuzluğa dönüşmesi. Hem Orlando hem de Martin, aşk ve başarıya dair romantik ideallere bağlı kalarak hayatlarını şekillendirirler. Ancak bu idealler onları yıkıma sürükler.


İster Rönesans dönemi şövalyelik dünyasında, ister 20. yüzyılın ortamında olsun, bu anlatılar, kontrolsüz hırsın ve idealleştirilmiş değerlerin nasıl varoluşsal bir boşluğa yol açabileceğini hatırlatır.

ree

Ariosto’nun Orlando Furioso şiirine atıfla yazılmış operalar bulunuyor. Biri, dinlerken aklıma yukarıda yazdıklarımı getiren Vivaldi’ye ait olan eser. Vivaldi’nin bu Orlando Furioso’sunun ilk olarak Venedik’te sahneye konduğu yıl 1727. Bu, Vivaldi’nin çok daha fazla bilinen Orlando Furioso’su. Vivaldi’nin yine ilk kez Venedik’te sahnelenmiş bir başka Orlando Furioso’su var. Besteyi ilk olarak Giovanni Alberto Ristori (1692-1753) yapmış. Vivaldi, bu besteyi alıp üzerine notalar ilave etmiş. İlk sahneleniş tarihi 1714. Çok bilinen Orlando Furioso’sundan 13 yıl önce.


Vivaldi’den önce, Fransa’da Jean-Baptiste Lully (1632-87) el atıyor Orlando Furioso’ya. 1685’te, Versay’da Roland operası ilk kez sahneliyor. Lully, 11 yaşındayken Floransa’da keşfedilip Fransa’ya getiriliyor. Moliere (1622-73) adı ile bilinen ve meşhur Cimri (L’Avare) oyununun yazarı Jean-Baptiste Poquelin ile yakınlığı bulunuyor. Moliere, Kibarlık Budalası (Le Bourgeois Gentilhomme) adlı komik balesini yazmış ve eserin müziklerini Lully bestelemiştir. Eserdeki Türk Seromonisi İçin Marş (Marche Pour La Ceremonie Des Turcs), Lully’nin en bilinen bestelerindendir.

ree

Orlando Furioso’dan ilham almış bir diğer besteci George Frideric Händel (1685-1759). Händel’in de bir Orlando’su var. Ancak, Orlando Furioso’dan esinlenerek librettoları yazılmış iki Händel operası daha mevcut: Alcina ve Ariodante.


Yukarıdaki eserler, benim sıklıkla dinlediklerim olduğu için herhangi bir kronolojik ya da tematik sıralamayı dikkate almadan yazdım. Bir de daha az dinlemiş olduğum ama bu yazıdan sonra özel olarak dinlemeye odaklanacaklarım var.




Bazı eserler zamanlar ve çağlar ötesi. İçerikleriyle, yaşattıkları duygularla. Bambaşka sanatları adeta abluka altına alarak.

Yorumlar


© 2025 by Arda Tunca

bottom of page