Demokrasi Kendini Korumak Zorunda
- Arda Tunca
- 7 Oca
- 3 dakikada okunur
Demokrasi, kendine ait özgürlükçü değerleri savunabilen bir yapıyı yaratmalı, geliştirmeli ama aynı zamanda korumalıdır. Bunun yolu, devlet kurumlarının her koşulda demokrasiye bağlı ilkelerle ayakta kalabilmesinin sağlanmasıdır.
Kurumlar, iktidarların ideolojilerinden bağımsız olarak ülke yurttaşlarının haklarını koruma görevini yerine getirme yeteneklerini sürdürebildikleri sürece demokrasiyi yaşatma şansına sahip olabilirler. Demokrasinin hükümet etme görevini üstlenen partilerden bağımsız bir devlet geleneğine dönüşmesi demokrasinin sürdürülebilirliği için gerekliliktir.
Sosyolojik değişimler, demokrasiyi ayakta tutan kurumları zayıflatan ya da yok eden otokratik ya da totaliter düşünceleri demokrasinin olanaklarıyla iktidara getirebiliyor. Almanya’da, Nasyonal Sosyalist Parti’nin 1933’te iktidara gelişi ve sonrasında yaşanan gelişmeler, bu konuda tarihin en çarpıcı örneğini sunuyor.
Demokrasiyi ayakta tutacak kurumların ne kadar önemli olduğunu Avusturya Cumhurbaşkanı Alexander Van der Ballen’in de katıldığı etkinlikte dinledim geçtiğimiz günlerde. Demokrasinin bir devlet geleneğine dönüşmesinin önemini çarpıcı örneklerle bir kez daha, yeniden gördüm.
8 Mayıs 2023, 2. Dünya Savaşı sırasında Alman Ordusu’nun teslimiyetini ilan edişinin 78. yıl dönümü idi. Viyana’da, Heldenplatz’ta, 8.000 kişinin katılımıyla, savaşta ölenler için bir anma etkinliği düzenlendi. Etkinliği düzenleyen kurumun adı Mauthausen Komitesi.
Mauthausen, Yukarı Avusturya Bölgesi’nde, Linz şehrine yakın küçük bir yerleşim yeri. Tarihteki talihsizliği, 1938-45 arasında bir toplama kampına ev sahipliği yapmış olması.
Mauthausen Kampı, Naziler tarafından bir üs olarak kullanılırken, bu kampa bağlı 49 kamp Mauthausen’den yönetilmiş. Mauthausen ve ona bağlı kamplar, 5 Mayıs 1945’te Nazilerden kurtulmuş. O tarihte, kamplardaki 80.000 kişiden 500’ü Avusturyalı imiş. Mauthausen Komite’sinin kuruluş hikayesi 1944’e uzanıyor.
Etkinlikte, Avrupa’nın yaşadığı acılar hatırlandı. 2. Dünya Savaşı’nın bittiği 1945’te 14 yaşında olan Anna Hackl, Heldenplatz’ı konuşmasıyla sessizliğe gömdü.
Demokrasiden kopuk anlayışlara sahip iktidarlar, demokrasinin özgürlük sunan olanaklarından faydalanarak toplumların travma yaşamalarına sebep olabiliyorlar. Ancak, bazı iktidarların demokrasiden faydalanabilmesi için toplumların da yanlış tercihler yapıyor olması gerekmiyor mu? Almanların, 1933’te Nasyonal Sosyalist Parti’yi iktidara getiren kararı yanlış değil miydi? Bir başka bakış açısıyla da, bir çaresizlik anı mıdır toplumların kendi travmalarını hazırlayan tercihleri yapmalarının diğer bir nedeni?
Toplumların yanlış tercihlerinin arkasında ekonomik, politik, sosyolojik zorluklar çok önemli rol oynayabiliyor. Almanya’nın Nasyonal Sosyalistleri iktidara getiren 1933 öncesi ekonomik ve siyasi nedenleri son derece travmatikti. 1. Dünya Savaşı sonrasında siyasi cinayetlerle, hiperenflasyonla çalkalanan bir Almanya vardı. Bu kaostan ve travmadan Nasyonal Sosyalizm çıktı. Almanya, bir travma halinden bir başka travma haline savruldu.
Toplumların, geçmişlerindeki travmaları yeteri kadar bilmemeleri, anlamamaları ya da eğilimlerinin ve tercihlerinin demokratik değerlerden uzaklaşması başka travmalara maruz kalmalarına neden olabiliyor.
Nazi katliamını yaşamış, Mauthausen’den kalan travmaları anan bir toplumun bugün aşırı sağın iktidara gelebilmesi olasılığı ile karşı karşıya olduğu gerçeği Avusturya için madalyonun diğer bir yüzü.
Herbert Kickl liderliğindeki Özgürlük Partisi aşırı sağcı görüşlere sahip. Nisan’da gerçekleşen yerel seçimlerde önemli siyasi kazanımlar elde etti. Şimdi hedef, merkezi hükümette yer almak. Anketler, aşırı sağ partinin önde olduğunu gösteriyor. Anketler yanılsa bile, yerel seçim sonuçları parlamento seçimleri için en iyi anket olma özelliğine sahip.
Özgürlük Partisi, merkezi hükümette yer almak konusunda ilk kez gündemde değil. 2017 seçimlerinde parlamentoya girdi. 2019’da, koalisyon hükümetinin küçük ortağı iken ortaya çıkan bir video skandalı ile parlamentoya veda etti.
Özgürlük Partisi, parlamento yolunda Nisan’daki yerel seçimlerden güç aldı. Avusturya’da politik gelişmeleri domine eden bir güce dönüştüğü söylenebilir. Avusturya seçmeni, iktidara tepkili. Tepki, protesto oylarının önemli bir bölümünün aşırı sağa yönelmesine neden oluyor.
Mauthausen Komitesi, aşırı sağın ne anlama geldiğini topluma anlatmak için çaba harcıyor. Ekim 2017’deki parlamento seçimlerinden önce, Özgürlük Partisi üyelerinin demokrasi ve özgürlük karşıtı, ırkçı, ayrıştırıcı, antisemitist, ötekileştirici sözlerini ve eylemlerini ortaya döken 68 vakayı kamuoyuna sunmuşlar. Vakaların tamamı, Ekim 2017’den önceki 4.5 yılı kapsıyor. Ardından, başka vakaları da kamuoyu ile paylaşmışlar. Yeni nesillere de anlatıyorlar Mauthausen’i.
Avusturya toplumu, tezat görüşlerin kıskacında. Bunun siyasi yansımalarını yaşıyor. Toplumun siyasi tercihleri ve seçmen davranışları olumsuz yönde değişiyor.
Heldenplatz’ta sessizlik. Kaybedilen insanlara ağıt. Konstantin Wecker’in ayrımcılığa, faşizme, savaşa “hayır” diyen şarkısıyla tüyleri ürperiyor kalabalığın. Schiller’in neşeyi, barışı, kardeşliği anlatan şiirinden ilham alan Beethoven’in 9. senfonisinin notaları uçuşuyor Viyana semalarında. Viyana Senfoni Orkestrası çalıyor eseri.

Heldenplatz, Viyana (Fotoğraf: Arda Tunca)
Demokrasi kendini korumak zorunda. Heldenplatz’taki konuşmalar, demokrasinin kurumlarından, demokrasinin kalıcılığının öneminden, demokratik denetleme sistemlerinin vazgeçilmezliğinden söz ediyor.
Avusturya’da, toplumun bir bölümü geçmişte yaşananları biliyor, anlatıyor. Tarihin canlı tanıkları var halen. Geçmişi bilmeden geleceğin şekillendirilemeyeceği düşüncesiyle çabalıyorlar. Ancak, aynı toplumun bir bölümü, ayrımcılara, ötekileştirenlere, kendilerinden olmayanlara yaşam şansı tanımayanlara destek veriyor. Toplumun diğer bir bölümü, bu desteğin doğru olmadığını anlatmaya çalışıyor. Toplumu yanlış bir tercihten geri çevirmeye çalışıyor. Geçmişin karanlığı için “bir daha asla” diyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihinin en aşırı sağdaki din ve milliyetçilik ideolojisine sahip milletvekillerine ev sahipliği yapıyor bugün. Toplum tercih etti bunu. Kurumları çökmüş bir Türkiye için demokrasinin kurumlarından, kalıcılığından ve demokratik denetleme sistemlerin varlığından söz etmek mümkün değil.
Toplumlar, bazı tercihlerinin bedellerini daha sonra ağır travmalarla ödeyebiliyorlar.



Yorumlar