Edebiyat ve Mekan
- Arda Tunca
- 8 Kas 2024
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 27 Kas 2024
Bir seyahate çıkmadan önce, yanınıza kitap alacağınızda, kitaplarınızı gittiğiniz yerin atmosferine uygun olarak seçmeye özen gösterir misiniz?
Bir romanın betimlemelerini okurken, yeni bir kelime öğrendiğinizde, betimlemeleri sindirmek ya da yeni kelimeyi anlamak için gösterdiğimiz çaba, hep kafamızda bir resim ya da mekan canlandırma ihtiyacı uyandırmaz mı? Bir roman ya da şiir okurken, algınızın varabileceği en ileri noktaya gidebilme çabasıdır kafanızda bir mekan canlandırma isteği.
Bazen okuduğumuz eserlerin bize anlatmaya çalıştıkları, okunan metinler içinde giderek belirginleştikçe, beynimizde oluşmuş resimleri silip, yeni bir resim yaratma ihtiyacı hissettiğimiz de olur. Bu, eserde anlatılanlarla hayallerimizin uyumlaştırılması çabasıdır. Algımızın, bize anlatılanları en üst düzeyde kavramamıza yardımcı olabildiği noktada, artık resmin tamamı canlanmıştır beynimizde.
Algılarımızın bir izdüşümü olan hayali resim, bir sonraki adımda, duygularımızı resmin içine katmaya başlar. O anda, hayali görsel mekan, duygular, kokular, renkler okuduğumuz eserin sembolleri olmaya başlarlar. Bu nedenle, edebiyat eserlerinin bizi hayal etmeye zorladığı mekanlar önemlidir. Fakat, hepimizin algılama farklılıkları nedeniyle, hayal ettiği mekanlar, aynı eseri okuyan pek çok kişide sayısız hayali mekanın oluşmasına sebep olur.
Zamanla, okuduğumuz bir edebiyat eserinin kendine has ama kişiye özel hayali mekanları, renkleri, kokuları, yaşamımızın bizim için belli bir anlam içeren kesitleri, edebiyat eseriyle aramızda bir anı oluşturur. Eserle aramızdaki duygusal ilişki, beynimizdeki algılamalarda ve duyu organlarımızın hafızasında yer eder. Yer ettiği şekilde de, bize belki keyif, belki hüzün, belki gülümseme ya da ağlama duygusu verir.
Feride Çiçekoğlu’nun, Suyun Öte Yanı adlı romanını Assos’ta okuyup, Midilli Adası’nı seyrettiğimde, romanın içeriği daha bir anlam kazanmış, duygularım daha bir derinleşmişti. Yine aynı yerde, Dido Sotiriyu’nun, Benden Selam Söyle Anadolu’ya adlı romanını okuduğumda da akşamüstü güneşiyle şarap rengine bürünen Homeros ve Halikarnas Balıkçısı’nın Ege’si ya da Arşipel’i, algılarımdaki tüm hassaslığıma nüfuz etmişti. Nazım’ın Prag’da yazdığı şiirleri Prag’da okuduğumda, Emile Zola’nın Germinal’ini bir Fransa gezisinde okuduğumda, eser-mekan ilişkisinde yakaladığım derinlik çok başka ve keyifliydi.
Betimleme, okuyucunun hayal gücünü ele geçirmenin, okuyucuyu adeta hipnotize etmenin bir yolu. Ne kadar iyi ve hayal gücümüzü kullanmamıza yardımcı olan bir betimleme varsa, eserin yarattığı kalıcılık da o kadar uzun süreli ve derin oluyor.
Betimlemenin zenginliği, algılarımızda da zenginlik yaratıyor, mekanı detaylandırıyor. Kokular, renkler, sesler, v.s. sanki bizde anlatılan yerdeymişiz duygusu uyandırıyor. Kelimelerin gücünü iyi kullanan bir eseri bitirdiğinizde, içine geri döndüğünüz gerçek mekanın hayal kırıklığı yarattığı mutlaka olmuştur.
Bizim edebiyatımızda betimlemeyi en başarılı yapanlardan biri Yaşar Kemal’dir. Yaşar Kemal’de tekrarın sıklığından ve betimlemelerin uzunluğundan yakınan okuyuculara çok rastladım. Ama, kelimelerin, anlatımın gücünü etkili bir şekilde hissettirebilen önemli örneklerden biridir Yaşar Kemal. Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Karıncanın Su İçtiği, Tanyeri Horozları ve Çıplak Deniz Çıplak Ada’da anlattığı ada, Yaşar Kemal neşriyatının çok başarılı örnekleridir.
Edebiyat ve mekan! Eserlerin okuyucuda yarattığı etkilenme de olaylar, karakterler, düğüm, serim ve çözüm dizilimi kadar önemlidir. Bir esere uygun olarak betimlenmemiş, hayal edilmemiş mekan, okurken tat kaçırır. Victor Hugo da Jean Valjean’ın, farelerin cirit attığı lağım çukurlarındaki yürüyüşlerini iyi betimlemeseydi, şu an kulaklarımda, lağım sularının içinde yürüyen Jean Valjean’ın ayaklarından gelen su sesleri yankılanıyor olamazdı. Mekanı, anlatımın ve yazarın tecrübelerinin zenginliği besliyor. Okuyucu da mekandaki zenginliği iyi betimleyen eserlerde buluyor okumanın keyfini.

Fotoğraf: Arda Tunca
Comments