top of page

Stratejik Rekabet ve Laissez-Faire’in Geri Çekilişi

Amerika Birleşik Devletleri (ABD), 20. yüzyılın büyük bir bölümünde, laissez-faire ekonomisinin savunucusu oldu ve iktisat felsefesini dünyada egemen kılmayı başardı. Bretton Woods’tan “Washington Uzlaşısı’na” uzanan süreçte, asgari devlet müdahalesinin, serbest sermaye akımlarının ve küresel ticaretin refahı artırmada en etkin yöntemler olduğunu savundu. Ancak, son yıllarda Washington, serbest piyasa doktrini ile stratejik devlet yönetimi arasındaki çizgiyi bulanıklaştırmakta.


ABD, Çin’in devlet kapitalizmine dayalı yükselişine karşı laissez-faire anlayışını zayıflatıyor. Bu, tüm dünya için çok temel bir felsefi değişim ifade ediyor.


Sanayi Politikalarının Uygulayıcısı Olarak ABD


Çin’in ekonomik yükselişi, geçmişte ABD’nin ağır eleştirisi altındaydı. ABD’ye göre Çin, piyasayı çarpıtan politikalar uygulamaktaydı. Çin’in devlet bankaları, yarı iletkenlerden yeşil enerjiye uzanan sektörlere sermaye aktardı. Yabancı firmalar, Çin'de pazar erişimi karşılığında teknoloji transferi yapmak ve ortak girişim kurmak zorunda bırakıldı. Çin’in beş yıllık planları, ülkenin kaynaklarını stratejik olarak tanımlanan sektörlere yönlendirdi.


Washington’ın son yıllardaki ekonomi yönetimi yaklaşımı, bir zamanlar kınadığı stratejiyi önemli ölçüde uygulamaya aldığını gösteriyor. ABD’nin yaklaşımı, Cumhuriyetçiler’in ya da Demokratlar’ın iktidarından bağımsız bir çizgide ilerliyor.


2021-2025 arasının Biden dönemine göz atalım. Demokrat Biden, iki önemli yasa çıkarılmasını sağladı: CHIPS ve Bilim Yasası ve Enflasyonu Düşürme Yasası.


2022 tarihli CHIPS ve Bilim Yasası ile yarı iletken üretimine $52 milyarlık sübvansiyon öngörüldü. Amaç, yeni yatırımları ABD’ye çekmekti. “Guardrail” adı verilen hükümlerle, bu teşvikten yararlanan şirketlerin on yıl boyunca Çin’de ileri teknoloji çip üretim kapasitesini artırması yasaklandı. Bu koşullar sayesinde, gelecekteki en gelişmiş üretim kapasitesinin Çin yerine ABD ve müttefik ülkelerde yoğunlaşması ve Çin’in en ileri yarı iletken teknolojilerine erişiminin sınırlanması amaçlandı.


Enflasyonu Düşürme Yasası (Inflation Reduction Act) ise, yüz milyarlarca Dolar’ı elektrikli araçlara, bataryalara ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönlendirerek iklim hedefleri ile ulusal rekabet arasındaki bağ güçlendirilmeye çalışıldı. Gelişmiş çipler ve litografi ekipmanları üzerindeki ihracat kontrolleri ile Çin’in en ileri teknolojiye erişiminin sınırlandırılması istendi.


Yasaların yanı sıra, ABD Savunma Bakanlığı gibi kurumlar, arz güvenliğini sağlamak için kritik maden üreticisi firmaların hisselerini alıyor ya da söz konusu firmalarla uzun vadeli alım anlaşmaları yapıyor.


Pentagon’un ulusal güvenlik gerekçesiyle uydu ve yapay zekâ girişimlerinde hisse satın alma uygulaması, ABD gibi bir ülkede düşünülemezdi.


Neoliberal Miras


Sanayi politikası uygulamaları, ABD’nin neoliberal bir modeli dünyaya ihraç ettiği kırk yıllık bir dönemin sonunda ortaya çıktı. Çin, ABD’yi bu noktaya ittirdi ve küresel ekonominin fay hatları adeta yer değiştirdi.


ABD, Çin’e yanıt olarak uygulamaya aldığı politikaları hangi koşullarda karşıladı?


1986’da, ABD'de federal kurumlar vergisi oranı %46 iken, 2017’de %21’e düştü. Aynı dönemde, en üst gelir vergisi dilimleri neredeyse değişmezken bordrolu çalışanların vergileri yükseldi.


1980’den itibaren işleyen süreç ile ABD ulusal gelirinden en zengin %1’in aldığı pay neredeyse ikiye katlandı. Ancak, medyan ücretler durağanlaştı.


IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar, serbestleşmeyi teşvik ederek geriye dönük vergilendirme ve özelleştirme uygulamalarını yerleştirdi. Neoliberal düzen, büyük kurumsal kârlar yaratıp finansal piyasaları destekledi. Hanehalkının pazarlık gücü ise, neredeyse sıfır noktasına geriledi.


Güvenliğin Önceliği


Stratejik rekabet artık ekonomik öncelikleri belirliyor. ABD'nin Savunma Üretim Yasası (Defense Production Act) tahsisleri, Çin’e bağımlılığı azaltmak için lityum, kobalt ve nadir toprak madenciliği projelerini finanse ediyor. Gelişmiş litografi ekipmanına yönelik ihracat yasakları askerî üstünlüğü sürdürme amacı taşıyor.


Piyasalar önemli. Ancak, artık ulusal stratejinin bir aracı. Politika yapıcılar tarafından kaynak tahsisinde bağımsız hakem konumunda ele alınmıyorlar. Buna karşın, iklim eylemleri ve eşitlik gibi hassas konular piyasanın insafına bırakılabiliyor.


ABD Hükümeti’nin hisse sahipliği mevcut dönüşümü pekiştiriyor. Kritik teknolojiler üreten şirketlerde hisse sahibi olan federal kurumlar, sadece inovasyonu finanse etmekle kalmıyor, araştırma önceliklerinden tedarik zinciri sözleşmelerine kadar kurumsal kararları da etkiliyor.


Söz konusu mülkiyet, Washington’a temel üretim üzerinde öncelikli haklar sağlıyor ve yabancı satın almaları engelleme veya şekillendirme imkânı vererek düzenleyici, yatırımcı ve stratejik ortak rollerini oluşturuyor.


Laissez-Faire’in Sonu mu?


Laissez-faire’in “öldüğünü” ilan etmek abartılı olur. Özel girişim ve küresel sermaye çok güçlü. Ancak öncelikler değişmiş durumda. Güvenlik ve ekonomik dayanıklılık artık fiyat etkinliğinin önüne geçti.


Bugünün değişen anlayışında, serbest piyasada kişisel çıkar peşinde koşmanın kamu yararına en iyi hizmet olacağı yönündeki anlayış güvenlik ve tedarik zincirlerinin dayanıklılığı değerlendirilmeden kabul görmüyor.


ABD’nin Soğuk Savaş sonrasında savunduğu neoliberal politikalar (düşük kurumlar vergisi, finansal serbestleşme, offshoring) ülke içinde eşitsizliği derinleştirdi ve Çin’in ihracata dayalı yükselişini besledi.


Şimdi, bu yükselişin stratejik sonuçlarını sınırlamak için ABD bir zamanlar kınadığı araçları benimsemek zorunda kalıyor.


Yeni Bir Ekonomik Dil


Ortaya çıkan ABD modeli, bütünüyle bir devlet kapitalizmi değil elbette. Ancak, hibrit bir düzen. Piyasalar fiyatları belirliyor ve yenilikleri ödüllendiriyor. Ancak devlet, kritik kapasitenin nerede bulunması gerektiğine karar veriyor ve güvenlik gerektirdiğinde özel şirketlerde hisse sahibi oluyor.


Ekonomik özgürlük varlığını sürdürüyor ama stratejik zorunluluklarla koşullandırılmış durumda. Küreselleşmiş dünya devam ediyor. Ancak, çipler, veri, enerji ve savunma gibi alanlarda kapalı sektörlerle birlikte faaliyet gösteriyor.


Hükümetler için büyüme önemli. Ancak, dayanıklılık ve teknolojik egemenlik hedefi ile beraber.


ABD, şirketleri kayıran, hanehalkının pazarlık gücünü zayıflatan ve eşitsizliği artıran neoliberal bir ortodoksluğu ihraç ediyordu. Şimdi ise, bu modelin jeopolitik sonuçlarıyla yüzleşiyor.


Ortaya çıkan, Çin’in yaklaşımını andıran yöntemlerin önemli ölçüde benimsenişi. Felsefi kaymanın sonucunda devlet tarafsız bir hakem değil. Bugün, güvenlik merkezli bir kapitalizm dönemindeyiz. Devlet, ulusal olarak ayakta kalmak ve güçlenmek için piyasaları şekillendiren aktif bir oyuncu konumunda.


Büyük güç rekabeti çağında, geçici bir ekonomik düzen mi görüyoruz, yoksa ABD’nin ekonomik felsefesinin kalıcı olarak yeniden yazılmasına zorlandığı bir evreye mi girdik?


Soğuk Savaş döneminde ABD’nin karşısında kapalı bir kutu özelliğindeki Sovyetler Birliği vardı. Şimdi ise, ABD’nin karşısına her yerde rakip olarak çıkabilen devlet destekli bir kapitalist modelle bir Çin var. Felsefi kaymanın temelindeki temel neden de bu.

Yorumlar


© 2025 by Arda Tunca

bottom of page