top of page

Çin’de Sınıf Kaygısı ve Mobilite Umudunun Erozyonu

Güncelleme tarihi: 25 Haz

Bir dönem, durmak bilmeyen bir yükselişin simgesi haline gelmiş olan Çin’in sosyal hareketlilik modeli artık çatırdamaya başladı. Özellikle işçi sınıfı ailelerinden gelen milyonlarca genç için eğitim ve çalışkanlıkla daha iyi bir hayata ulaşma vaadi zayıflıyor. Artık önemli olan ne kadar çok çalışıldığı değil, ailenin kim olduğu. Bu, eşitsizliktir. Bu, önü tıkanmış bir yükselme umududur.


On yıllar boyunca Çin, eşitsizliğe meydan okuyor gibi göründü. 1980’lerden bu yana, 800 milyondan fazla insan yoksulluktan kurtuldu. Bu insanlar ülkenin emek gücünün belkemiğini oluşturarak kentlerin sanayi patlamasına güç verdiler. Köylerden kalkıp gelişen kentlere göç edenler oldu. Üniversitelere kayıtlar patladı. Azmi ve eğitimiyle orta sınıfa tırmanan bir köylü gencin hikâyesi Çin’in yükselişinin ana hikayelerinden biri haline gelmişti.


Bugünün yüksek teknolojiye dayalı, diplomalı ekonomi düzeninde bu devasa insan sermayesi artık eşit biçimde değer görmüyor. Çin’in büyümesini bir zamanlar omuzlamış olan fabrika işçileri, kırsal göçmenler, hatta üniversite mezunları bile artık ekonomik olarak “fazlalık” ya da yapısal olarak “gereksiz” sayılabiliyor. Başka bir deyişle Çin, artık herkesin yükselmesini istemiyor. Yalnızca özenle seçilmiş küçük bir kesimin yükselmesinin yeterli görüldüğü bir manzara söz konusu.


Çin, önemli sorunlarla kaşı karşıya. Gayrimenkul piyasası krizde, genç işsizliği neredeyse %16’ya ulaştı. Reel ücretler duraklamış durumda. Bugünün Çin’i yeni nesillere vaatler sunabilmekten uzak. Çin, statü kaygısının yoğun olarak hissedildiği bir ülkeye dönüştü. Bu hayal kırıklığı Çin’in kendine özgü devlet kapitalizmi ve parti kontrolünde kök bulmuş olsa da, yükselen eşitsizlik ve azalan sosyal mobilite dinamiği ABD, Birleşik Krallık, Türkiye veya Güney Kore’ye de tanıdık gelecektir. Çin, küresel bir olgunun dev bir aynası adeta.


Amerikan rüyası, onlarca yıl çalışkanlık ve yetenekle doğuştan gelen eşitsizliklerin aşılabileceği inancına dayandı. Ancak, son on yıllarda kuşaklar arası gelir mobilitesi keskin bir düşüş kaydetti. Özellikle de en alt %20’lik gelir grubunda doğanlar için. Elit üniversiteler orantısız şekilde en zengin %1’in çocuklarıyla doldu. ABD, kâğıt üzerinde liyakatçı, ancak pratikte giderek aristokratikleşen bir yapıya büründü.


Söz konusu küresel eğilimde sınıfların pozisyonlarının “yapışkan” hale gelmesinin sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir mesele olduğunun altını çizmek gerekiyor. Hem demokratik, hem otoriter rejimlerde fırsat eşitliğinin adil olmadığına dair hissiyat, güvensizlik duygusunu besler. ABD’de bu durum hem sol, hem de sağda popülist dalgaları körükledi. Çin’de ise sonuçlar daha bir görünmez gibi geliyor ama çok daha ciddi. Sistemin kurulu olduğu sadakat ve soyun çabadan daha önemli hale geldiği yönünde giderek artan bir kanaat oluştuğunu çok sayıda makaleden okuma fırsatım oluyor.


Tarih boyunca katı sınıf yapısına sahip toplumlar, ister feodal Avrupa ister kast sistemiyle şekillenen Hindistan olsun, çoğu zaman durgunluk ve toplumsal huzursuzluklarla karşılaştılar. Modern kapitalist toplumlar ise, rekabet ve hareketlilik yoluyla dinamizm üretme kapasiteleriyle öne çıktılar. Söz konusu yolların kapanması, eşitsizliği geçici bir dengesizlik olmaktan çıkarır ve kalıcı bir toplumsal yapıya dönüştürür.


Çin’in bugünkü sınavı yalnızca yavaşlayan ekonomisini yönetmekten ibaret değil. Aynı zamanda, yukarı yönlü sınıfsal mobilite hayalini yeniden canlandırmak. Bu sınav yalnızca Pekin’in değil, dünya genelindeki çoğu hükümetin karşısında duruyor. Mesele, sadece büyümek değil, aynı zamanda adalet üretebilmek. Aksi takdirde, gelecek kuşaklar yukarıyı hedeflemek yerine, ya sessizce kabullenmeye ya da açıkça başkaldırmaya yönelecekler. Toplumların bu gibi anlara verdikleri tepkilerde kültür belirleyici bir rol oynuyor.

Comments


© 2025 by Arda Tunca

bottom of page