top of page

Düşük Kaynaklı Gelecek İçin Maliyet Muhasebesi

Bir önceki yazımda, sadece karbon salımına odaklanmanın iklim krizini anlamakta hatalı bir yaklaşım olacağını belirttim. Yazımda, şöyle bir ifade kullandım: “Düşük karbonlu” değil, “düşük kaynaklı” bir gelecek anlayışı öne çıkmak zorunda. Yazıyı da şu cümle ile bitirdim: Bir sonraki yazı, maliyet muhasebesinin iklim mücadelesinde nasıl kullanılabileceği üzerine.


Önceki yazım dijital dünyanın olumsuz çevresel etkilerine ışık tutmaya çalıştı. Şimdi, odağı genişletiyorum.


İklim krizi tartışmalarında en çok öne çıkan ölçüt karbon emisyonları. Sadece karbon salımına odaklanmak, yaşadığımız ekolojik krizin sadece bir bölümünü ortaya koyuyor. Ekolojik kriz, çok daha büyük boyutlu bir felaketi anlatıyor.


Üretimden tüketime, enerjiden ulaşıma kadar her adımda tükettiğimiz doğal kaynakların miktarı da karbon kadar belirleyici. Bu nedenle “düşük karbonlu” değil, “düşük kaynaklı” bir gelecek anlayışı öne çıkmak zorunda.


Hizmet birimi başına maliyet girdisi (Material Input per Service Unit – MIPS) kavramı, ekolojik ayak izimizi kapsamlı olarak ölçmemize yardımcı olması amacıyla geliştirildi. MIPS, herhangi bir ürünün ya da hizmetin üretilebilmesi için ne kadar hammadde, enerji, su, toprak ve biyokütle kullanıldığını sayısallaştırmaya yarıyor. Yalnızca karbon emisyonunu değil, üretim sürecinin tamamında kullanılan toplam kaynak yoğunluğunu göz önünde bulunduruyor.


MIPS yaklaşımı, dijital dünyanın görünmeyen çevresel etkilerini ele aldığım bir önceki yazıyla doğrudan bağlantılı. O yazıda, veri merkezlerinden akıllı cihazlara kadar geniş bir alanda, görünürde “temiz” olan teknolojilerin nasıl büyük bir ekolojik yük oluşturduğunu tartışmıştım.


MIPS kavramı çerçevesinde maliyet muhasebesi kullanımı ekolojik sorunlara çözümler sunabilir. İstenirse ve niyet edilirse elbet. Bu istek ve niyetten ne kadar uzak bir siyasi ortamda yaşadığımızın da çok farkındayız.


MIPS’in Kökeni ve Temel Mantığı


MIPS kavramı, 1990’lı yıllarda Alman kimyager Friedrich Schmidt-Bleek tarafından Wuppertal Enstitüsü’nde geliştirilmiştir. Schmidt-Bleek’in çıkış noktası şuydu: “Ekonomi, doğanın bir alt kümesidir ve dolayısıyla her ekonomik faaliyet doğadan kaynak çeker”. Sorunları çözmek için yalnızca atıkları ve emisyonları ölçmek yeterli değildi. Ürün ve hizmetlerin arkasında ne kadar doğal kaynak kullanıldığını da sayısallaştırmak gerekiyordu. MIPS, bu amaçla tasarlandı.


MIPS, bir ürün ya da hizmetin tüm yaşam döngüsü boyunca kullanılan toplam malzeme girdisi, sağlanan hizmet birimine bölünerek hesaplanıyor. Böylece, farklı üretim ve tüketim biçimlerinin kaynak yoğunluğu karşılaştırılabiliyor.


MIPS’in son derece basit bir formülü var. Ancak, bu basit formül için çok iyi istatistiki veri lazım. Bu veriler için ise, bu hesaplamaya kendini adamış kurumlar, insanlar ve teknoloji gerekli.


ree

“Hizmet birimi”, ürünün ya da hizmetin sağladığı işlevi ifade ediyor. Örneğin, bir otomobilin MIPS değerini hesaplarken, aracın tüm üretiminde kullanılan çelik, alüminyum, plastik, enerji ve su miktarı, kullanım süresince tüketilen yakıt, bakım ve geri dönüşüm aşamalarındaki kaynak girdileri hesaplanıyor. Bu toplam, otomobilin sunduğu hizmet (örneğin, 150.000 kilometrelik ulaşım kapasitesi) ile oranlanıyor. Bu hesaplamaları yapabilecek teknolojik olanaklara sahip miyiz bugün? Evet.


Verimlilik Artışı ve Jevons Paradoksu


MIPS yaklaşımını anlamak için yalnızca kaynak kullanımının mutlak seviyesine bakmak yetmiyor. Verimlilik artışlarının küresel ölçekte nasıl sonuçlar doğurduğunu da sorgulamak gerekiyor.


Verimlilik artışı ve verimliliği artan herhangi bir kaynağın kullanım miktarı dediğimizde, aklımıza hemen Jevons Paradoksu geliyor.


19. yüzyılda, William Stanley Jevons’un kömür kullanımına ilişkin gözlemleriyle ortaya koyduğu bu paradoks, verimlilik arttıkça toplam tüketimin azalmadığını, aksine arttığını savunmuştur.


Dijitalleşme çağında da aynı durum geçerli. Daha hızlı işlemciler, daha verimli veri merkezleri veya daha düşük enerji tüketimli cihazlar geliştirildiğinde, kaynak kullanımının azalması bekleniyor. Oysa, pratikte tam tersi gerçekleşiyor. Verimlilik kazanımları, kullanımın yaygınlaşmasına ve toplam kaynak talebinin artmasına yol açıyor.


Christopher L. Magee ve çalışma arkadaşları 2017’de bir çalışma yayınladılar. Çalışmanın sonucu şu: 1930’dan günümüze malzeme, enerji ve dijital teknolojilerdeki 57 icadın hiçbiri küresel kaynak kullanımında mutlak bir düşüşe yol açmadı. Diğer bir ifadeyle, 1930’dan bu yana malzeme, enerji ve dijital teknolojideki 57 icadın hiçbiri küresel kaynak kullanımında düşüşe neden olmadı. Aynı kişilerin başka önemli çalışmaları da var.


Federico M. Pulselli ve çalışma arkadaşlarının 2015’te yayımladıkları makale, verimlilik artışlarının çoğu zaman “geri tepme etkisi” yarattığını anlatıyor. Ekonomik sistemin daha düşük maliyetli teknolojileri daha fazla kullanarak toplam tüketimi yükselttiğini ortaya koyuyor.


Piyasa, sürekli olarak verimlilik arayışındadır. Ancak, bu arayışın doğaya ve insana “faydalı” olduğunu söylemek mümkün gözükmüyor. Teknolojik ilerleme ne kadar hızlı olursa olsun, Jevons Paradoksu çok güçlü bir şekilde çalışıyor. Küresel kaynak kullanımında düşüş yaratmadığı sürece, verimlilik artışları çevresel krizleri çözemez. Çözemeyeceği de yukarıdaki anlatımlarda net olarak ortaya çıkıyor. Ortada tarihsel ispatlar bulunuyor.


MIPS, yalnızca karbon emisyonlarını ya da enerji verimliliğini ölçen yaklaşımlara göre çok daha bütüncül ve gerçekçi bir değerlendirme sunuyor.


Örneklerle MIPS


Kağıt ve Dijital Belgeler


Kağıt tüketimini azaltmak için dijital çözümlere yönelmek çevresel açıdan faydalı gibi görünüyor. Ancak, dijital depolama ve e-posta sistemleri veri merkezleri üzerinden çalışıyor ve veri merkezleri yüksek enerji ve su tüketiyor. Bir sayfayı yazdırmanın MIPS’i ile bir belgenin ömrü boyunca dijital ortamda depolanmasının MIPS’i karşılaştırıldığında, sonuç beklenmedik biçimde dijitalin de oldukça yüksek kaynak girdisine sahip olduğunu gösterebilir.


Plastik Poşet ve Bez Çanta


Bez çantalar “çevre dostu” olarak sunulur. Ancak bir bez çantanın üretiminde pamuk kullanımı çok yüksek su ve enerji girdisi gerektirir.


Bir bez çantanın MIPS avantajı, ancak yüzlerce kez kullanıldığında ortaya çıkar. Örneğin, bir Danimarka yaşam döngüsü değerlendirmesine göre pamuklu bez çantalar, çevresel yüklerini amorti etmek için en az 7.100 kez kullanılmalıdır. Organik pamuklu bir çanta için bu sayı 20.000 kezdir. Birleşik Krallık Çevre Ajansı’na göre ise geleneksel pamuklu çanta, tek kullanımlık plastik bir poşetin çevresel yükünü eşitleyebilmek için yaklaşık 131 kez kullanılmalıdır.


Ulaşım Araçları


Elektrikli araçlar karbon salımı açısından avantajlıdır. Ancak, batarya üretiminde kullanılan lityum, kobalt ve nikel gibi madenlerin çıkarılması ve işlenmesi, MIPS değerini yükseltir. Bu nedenle, bir aracın gerçekten “sürdürülebilir” olup olmadığını anlamak için yalnızca karbon ayak izine değil, tüm kaynak kullanımına bakmak gerekir.


Faktör 4 ve MIPS


MIPS yaklaşımını daha iyi kavramak için, sürdürülebilirlik literatüründe önemli bir yere sahip olan Faktör 4 kavramına değinmek gerekir. Bu kavram, ilk kez Ernst Ulrich von Weizsäcker, Amory Lovins ve Hunter Lovins’in 1995’te yayımladığı Factor Four: Doubling Wealth, Halving Resource Use adlı çalışmada ortaya kondu.


Faktör 4, aynı refah düzeyine dörtte bir oranında daha az kaynak kullanarak ulaşmanın mümkün olduğunu anlatmaktadır. Mevcut kaynaklarla iki kat daha fazla refah yaratmak ya da aynı refahı dörtte bir kaynakla sürdürebilmek hedeflenir. Bu, ekonomik büyüme ile doğal kaynak tüketimi arasındaki bağı koparmayı (decoupling) amaçlayan çarpıcı bir yaklaşımdır.


Faktör 4 kavramı çerçevesinde MIPS devreye girer. Faktör 4, bir vizyon ya da hedefi tanımlar. Ancak bu hedefin nasıl ölçüleceği sorusu yanıtsız kalırsa, politika ve pratikte uygulanabilir olmaz. MIPS, bu hedefi sayısallaştıran ve somutlaştıran ölçüm aracı görevi görüyor.


Faktör 4, sürdürülebilirlik için yol gösterici bir ilke, MIPS ise bu ilkenin hayata geçirilmesini mümkün kılan bir yöntemdir.


MIPS ve Maliyet Muhasebesi


İklim mücadelesinde en kritik sorunlardan biri, çevresel etkilerin hâlâ maliyet tablolarında görünmemesidir. Şirketler, üretim süreçlerinde kullandıkları kaynakların yalnızca piyasa fiyatını dikkate alır. Bu, doğaldır. Ancak, bir ürünün gerçek maliyeti, doğadan çekilen suyun, toprağın, biyokütlenin ve enerjinin de hesaba katılmasını mutlaka gerekli kılıyor. Dünya, MIPS yaklaşımını maliyet muhasebesi için güçlü bir araç haline getirmek zorunda.


MIPS, her bir hizmet birimine düşen kaynak girdisini ölçtüğü için, geleneksel maliyet muhasebesinin yanında “ekolojik maliyet muhasebesi” yapılmasını mümkün kılıyor. Bunu yapmaya mecburuz. MIPS’ten üç önemli katkı bekleyebiliriz:


  1. Kaynak Verimliliğinin Sayısallaştırılması: Şirketler, yalnızca finansal giderlerini değil, aynı zamanda kullandıkları hammaddelerin ve enerjinin toplam MIPS değerini de raporlayabilir. Bu, hangi üretim yönteminin daha “kaynak verimli” olduğunu ortaya çıkarır.

  2. Ürün Kıyaslamalarında Şeffaflık: Aynı işlevi yerine getiren iki ürünün karşılaştırılmasında MIPS değeri kritik rol oynar. Örneğin, bir litre şişe su ile musluk suyu arasında karbon farkı sınırlı gibi görünse de, MIPS karşılaştırması yapıldığında şişe suyun ambalajlama, lojistik ve geri dönüşüm süreçleri nedeniyle çok daha yüksek kaynak tükettiği ortaya çıkar.

  3. Politika ve Yatırım Kararları için Rehberlik: MIPS verilerinin maliyet muhasebesine entegre edilmesi, yalnızca şirketlere değil, devletlere de politika tasarımında yol gösterir. Vergi düzenlemeleri, teşvik mekanizmaları ve sürdürülebilirlik standartları, salt emisyon değil, kaynak yoğunluğu temelinde şekillendirilebilir.


İklim kriziyle mücadeleyi “karbon indirgeme”ye sıkıştıran yaklaşımların ötesine geçmek zorundayız. Asıl mesele, ekonominin doğadan çektiği toplam kaynak yükünü azaltmak ve bunu finansal karar alma süreçlerinde görünür kılmaktır.


MIPS ve Mevzuat


MIPS yalnızca bir analitik araç değil, politika ve mevzuat için yol gösterici bir ölçüm yöntemi olarak kullanılabilir. Bugün, çoğu çevre mevzuatı karbon emisyonları, hava kirliliği veya atık yönetimi etrafında şekilleniyor. Oysa, ekolojik krizin temelinde, doğadan çekilen toplam kaynak yükü var. Bu nedenle, mevcut mevzuatın kaynak kullanımını görünür kılacak şekilde güçlendirilmesi zorunludur.


Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat ve Döngüsel Ekonomi Eylem Planı, kaynak verimliliğini artırmayı hedefliyor. Ancak, bu hedeflerin ölçüm aracı hâlâ belirsiz. MIPS, ürün ve hizmet bazında kaynak tüketimini ortaya koyarak bu politikaların daha sağlam bir temele oturmasını sağlayabilir.


Enerji verimliliği etiketleri bugün yaygın olarak kullanılıyor. Benzer biçimde, kaynak yoğunluğu etiketleri zorunlu hale getirilebilir. Böylece, bir ürünün tüm yaşam döngüsündeki kaynak tüketimi hakkında bilgi sahibi olunabilir.


Kamu ihaleleri çoğunlukla “en düşük fiyat” üzerinden ilerliyor. Eğer MIPS entegrasyonu yapılırsa, “en düşük kaynak tüketimi” de bir kriter haline gelebilir. Devletler, düşük MIPS değerine sahip ürün ve hizmetlere vergi indirimi ya da teşvik sağlayabilir.


Kaynak kullanımının gerçek maliyetleri yalnızca firmaların bilançosuna yansıtılamaz. Çünkü bu maliyetler, çevresel tahribat ve ekolojik baskılar üzerinden tüm topluma ve doğaya dağılıyor. Bu nedenle, MIPS temelli maliyetler, toplumsal paylaşım gerektiren maliyetlerdir. Vergi düzenlemeleri, sübvansiyonlar ve kamu harcamaları bu yükü daha adil paylaşmayı hedeflemelidir.


Firmalar MIPS yöntemini farklı biçimlerde kullanabilir:


  1. Ürün Yaşam Döngüsü Analizi: MIPS verileri, ürünlerin hammadde çıkarımından bertarafa kadar tüm yaşam döngüsündeki kaynak tüketimini ortaya koyar. Bu analiz, firmalara hangi aşamada kaynak tasarrufu sağlayabileceklerini de gösterir.

  2. Tedarik Zinciri Yönetimi: Şirketler, yalnızca kendi üretim süreçlerinde değil, tedarikçilerinden gelen ara mal ve hammaddelerin MIPS değerlerini de dikkate alabilir. Böylece zincir boyunca kaynak yoğunluğunu düşürme baskısı yaratılır.

  3. Raporlama ve Şeffaflık: Sürdürülebilirlik raporlarında karbon emisyonu verilerinin yanında MIPS değerleri de paylaşılabilir. Bu, yatırımcılara ve kamuoyuna daha kapsamlı bir çevresel performans tablosu sunar.

  4. Stratejik Karar Alma: MIPS, ürün tasarımından yatırım tercihlerine kadar, “hangi ürün ve hizmet daha az kaynak tüketiyor?” sorusuna yanıt verir. Bu da uzun vadede hem rekabet avantajı hem de yasal uyum sağlar. Şirketleri düşük kaynak kullanımı konusunda rekabete ittirecek teşvikler firmaların finansal tasarruf ve verim politikalarıyla uyumlu hale getirilebilir.


MIPS’in mevzuata entegre edilmesi, yalnızca karbon odaklı düzenlemelerin ötesine geçmemizi sağlar. Mevzuat güçlendirilir, kaynak yükleri görünür hale gelir, firmalar için uygulama standartları netleşir ve ortaya çıkan maliyetler toplum içinde adil biçimde paylaşılır. Bu yaklaşım, hem şirketlerin stratejik planlamasında, hem de kamu politikalarının şekillendirilmesinde ortak bir zemin yaratır.


Sonuç


Bugün geldiğimiz noktada, iklim krizine yönelik çözüm arayışları hâlâ çoğunlukla karbon emisyonları etrafında şekilleniyor. Jevons Paradoksu’nun işaret ettiği gibi verimlilik artışları tek başına yeterli değildir. Teknolojik ilerleme kaynak kullanımını azaltmadığı sürece çevresel baskılar azalmayacaktır.


Karbon yerine “kaynak yoğunluğunu” temel alan MIPS, yalnızca üretim biçimlerimizi değil, maliyet muhasebesinden kamu politikalarına kadar uzanan karar mekanizmalarını da dönüştürme potansiyeline sahiptir. Gerçek sürdürülebilirlik, daha verimli değil, daha az kaynak tüketen bir ekonomiye geçişle mümkündür. Verim artsın ama odaklanmamız gereken şey, kaynak kullanımını azaltmak. Tarihsel bulgular anlatıyor ki, verimi artırmak tüketimi düşürmüyor. Etki, beklentinin tam olarak ters yönünde.


Bu yazıyı hiçbir şekilde umutla yazmadım. “Gündemde ne kadar gereksiz” kalacağının gayet bilincindeyim. İlkesel ve ahlaki olarak doğru olanı yapmaya çalışıyorum.


Yorumlar


© 2025 by Arda Tunca

bottom of page