Teknolojinin Geleceği Üzerine Bir Uyarı
- Arda Tunca
- 14 Ağu
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 15 Ağu
2015 yılında, bazı bilim insanları, teknoloji vizyonerleri ve yapay zekâ araştırmacıları insanlığın geleceğine dair kaygılarını dile getiren bir mektup imzaladılar. Mektup, Massachusetts Institute of Technology (MIT) öncülüğünde organize edilen ve Future of Life Institute tarafından yayımlanan "Research Priorities for Robust and Beneficial Artificial Intelligence" başlıklı bildirinin bir parçası idi.
Mektubu imzalayanlar kimlerdi? Elon Musk, Stephen Hawking, Steve Wozniak ve Bill Gates gibi isimlerin içinde bulunduğu bir grup.
Metin ne anlatıyordu? Yapay zekânın kontrolsüz gelişiminin medeniyet için büyük riskler doğurabileceğini ve bu nedenle ivedi olarak etik, hukuki ve teknik çerçevelerle sınırlandırılması gerektiği mesajını içeriyordu. Yapay zekânın kısa vadede işgücü piyasasında yıkıcı sonuçlar doğurabileceği metnin en çarpıcı noktalarındandı. Yapay zekânın uzun vadede insan zekâsını aşarak kontrol edilemez hâle gelebileceği ise diğer çok çarpıcı bir nokta idi.
Teknoloji, siyasetin, etiğin, hukukun, ekonominin, bilim felsefesinin, inançların, sosyolojinin, tarihin, felsefenin, ahlak felsefesinin, demografinin ve her şeyden önemlisi insan doğasının tarihsel bağlarla ve Aydınlama felsefesiyle beraber yeniden düşünülmesini gerektiren bir meydan okumaya dönüşmüş durumda. Yapay zekânın sınırsız kapasitesi önümüze cevabı zor sorular ve karmaşık felsefi ve politik meseleler ortaya koyuyor.
Bir süre önce, insan doğası temelinden yola çıkarak siyaset felsefesi üzerine bazı yazılar yazdım. Amacım, bu yazıların bugün yaşanmakta olan gelişmelere nasıl ışık tutabileceğini düşünmekti. Diğer bir ifadeyle, amacım Aydınlanma döneminin bilimsel etiğiyle günümüz gelişmelerinin etik yönünü sorgulamak, düşünmek ve tartışmaktı.
İnsan doğasını merkeze alan bir siyaset felsefesi, yapay zekâ ve transhümanizmle nasıl bir ilişki kurabilir? Bu soruya cevap aramak için, insan doğasına dayanan siyaset felsefesi geleneğini ve özellikle Spinoza'nın maddeci ontolojisini incelemek gerektiği kanısındayım.
Neden Spinoza ve neden makalelerimde felsefi düşüncelerine yer verdiğim diğer düşünürler değil?
Spinoza’nın Ontolojisi ve İnsanın Doğası
Spinoza’nın Ethica adlı eseri, insan doğasını anlamaya yönelik rasyonel, bütüncül ve nedensellik temelli bir çerçeve sunar. Hem metafizik, hem de ahlaki düzeyde maddeci bir felsefi yaklaşıma sahiptir.
Spinoza'ya göre, evrendeki her şey, Tanrı ya da doğa adını verdiği tek bir ilksel varlıktan ya da kendi deyimiyle tözden kaynaklanır. Bu ilksel varlık kendi başına var olur, başka hiçbir şeye ihtiyaç duymaz ve sonsuz niteliklere sahiptir. İnsan zihni ve bedeni de bu ilksel varlığın ortaya çıkış biçimlerinden biridir. Spinoza'nın bu vurgusu, insanın doğayla iç içe bir varlık olduğunu anlatıyor ve doğayla uyumlu yaşam felsefesinin kendi dünyasındaki temellerini atıyor.
Spinoza’nın insan anlayışı, özgürlük kavramını merkeze alır. Fakat bu özgürlük, klasik anlamda bir irade serbestisi değildir. İnsan, ancak doğasını, tutkularını ve evrendeki yerini bilgi yoluyla kavradığında özgürleşebilir. Aklın gücüyle tutkulara hâkim olmak, insanın etik gelişiminin temelidir. Bu nedenle, Spinoza’da birey, kendi doğasının zorunluluklarını anladıkça evrensel bir rasyonaliteye yaklaşır.
Söz konusu rasyonalite ve bilginin bilimle üretilmesi ile yaratılan özgürleşme ekonominin kavramları devreye girdiğinde gerçekten özgürlüğün gerçekleşmesine izin veriyor mu? Evrene bilimsel yollarla hakim olma projesinin ögürleştirici bir anlamı olabilirdi. Peki, iktisadi gelişmeler buna izin verdi mi? Piyasa dinamikleri çerçevesinde sürekli inovasyon yapma zorunluluğu dayatan rekabet koşulları özgürlük mü getirdi, yoksa demokrasi kisvesi altında özgürlüğü neredeyse yok mu etti?
Spinoza'nın yaklaşımı, insanı doğadan ayrıcalıklı bir yere koymaz. İnsanı doğanın zorunlu bir bileşeni olarak konumlandırır. Bu maddeci anlayışta özgürlük, doğa yasalarının bilinmesiyle mümkündür. İnsan doğasına dayanan etik ve siyaset anlayışı, soyut bir idealler sistemine değil, doğrudan yaşanılan dünyaya ve deneyime dayanır.
Spinoza'nın siyaset felsefesinde insan, aklın rehberliğinde yaşadığında kendi doğasına uygun hareket eder. Bu, bireysel özgürlüğü artıran ve kolektif uyumu mümkün kılan bir yaşam biçimidir. Ancak bu model, doğanın yasalarına ve akıl yürütmeye dayandığı için, özgürlüğü sınırsız bir irade değil, bilgiye ve neden-sonuç ilişkilerine dayanan bir anlayışla tanımlar. Spinoza'nın bu noktadaki vurgusu özgürlük ve ahlak kavramlarını bir araya getiriyor. Ahlak, insan davranışlarını sınırlayan bir etken olarak görülüyor. Peki, piyasa rekabeti ve bu rekabet çerçevesinde ortaya çıkan güç ilişkileri ve regülasyonlar Spiniza'nın vurguladığı ahlakı olumsuz etkilemiyor mu?
Kısaca Spinoza, doğayı aklı kullanarak bilimle anlamış insanın kendi doğası ve doğayla uyumlu yaşamı tesis edebileceğini ve bunun da kendisini özgür kılacağını belirtiyor.
İnsan doğasını temel alan bir siyaset felsefesi, yapay zekâ gibi insan sonrası (posthuman) teknolojilerle kuramsal olarak uyumlu olabilir mi? Spinoza’nın maddeci düşüncesi, insanı kutsallaştırmak yerine evrenin zorunlu bir ifadesi olarak tanımladığı için, insan doğasının değişebilirliğini ve teknolojik müdahaleyle dönüştürülebilirliğini bence yadsımıyor. Ancak, bu dönüşümün etik sınırlarını belirleyecek olan şeyin Spinoza'da yine doğaya ve akla dayalı ortak bir anlayış ve toplumsal uzlaşı olduğunu düşünüyorum.
Yapay zekâ gibi teknolojiler, Spinoza’nın anlamda özgürleşme idealini bilgiye erişim açısından destekleyebilir. Ancak, bu araçların piyasacı veya elitist amaçlarla kullanılması, Spinoza’nın eşitlikçi ve evrensel akla dayalı etik sistemine uygun düşmemektedir. Spinoza’nın insan doğasına dair felsefesi, transhümanizme felsefi bir zemin sunarken, transhümanizmin felsefi sınırlarını da çizmektedir.
Transhümanizmin Siyaset Felsefesiyle İlişkisi
Transhümanizm ve siyaset felsefesi arasındaki ilişki, transhümanizmin insan doğasına ve toplumsal yapıya dair varsayımlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu düşünce akımı, bireysel özerklik, bilişsel ve fiziksel yeteneklerin artırılması ve insanın kendini aşma kapasitesi gibi kavramlar etrafında şekillenmektedir. Bu nedenle, transhümanizm özellikle liberal bireycilik geleneğiyle yakınlık gösterir.
Liberalizm, bireyin haklarını ve özgürlüğünü temel alan bir siyaset felsefesidir. Bu felsefenin, uygulamadaki çelişkileri ve demokrasi ile her zaman paralellik arz eden bir ilişki içinde olmayabileceği de bir tespit olarak bir kenarda durmaktadır. Transhümanist düşünürler, bireyin kendi bedenine ve zihnine müdahale etme hakkını bireysel özgürlüğün bir parçası olarak görmektedirler. Teknolojik gelişmelerin bireysel tercihlerin hizmetine sunulması, liberal düşüncenin merkezindeki özerklik ve mülkiyet haklarıyla uyumludur. Ancak, bu yaklaşım eleştirilere de açıktır.
Biyoteknolojik müdahalelere erişim, mevcut eşitsizlikleri derinleştirebilir. Bu nedenle, sosyal adalet ve kolektif etik sorumlulukları önceleyen cumhuriyetçi veya sosyal demokrat siyaset felsefeleri, transhümanizmin daha eşitlikçi biçimlerine yönelme ihtiyacını ve gereğini ortaya koymaktadır. Bu noktada, transhümanizmin tek bir siyaset felsefesiyle özdeşleştirilemeyecek kadar çok katmanlı bir düşünce olduğunu vurgulamak gerekir.
Transhümanizmin liberal, teknokratik, ve çok da rahatlıkla otoriter uygulamalara yönelmesine neden olabilecek yorumları olduğu kanımca nettir. Hangi siyasal yönelimin baskın olacağı, transhümanist teknolojilerin hangi aktörler tarafından, nasıl bir etik çerçeveyle geliştirileceğine bağlıdır.
Bir sonraki yazı, iktisadın neoklasik çerçevede gelişimini, 20. y.y. boyunca ana akım iktisadi görüşe dönüşmesini günümüz gelişmeleri ile ilintili olarak ele alacaktır. Bu noktada, Aydınlanma çağına ait hümanizm kavramının 20. y.y.’de karşılaştığı eleştirilerin ana akım iktisadi görüşlerin yarattığı koşullarla beraber değerlendirilmesine çalışılacaktır.
Devam edeceğim.



Yorumlar