Yapay Zekâ, Verimlilik ve Eşitsizliğin Geleceği
- Arda Tunca
- 3 Ağu
- 6 dakikada okunur
Giriş
Yapay zekâ (YZ), ekonomileri ve toplumları dönüştürüyor. İnsanın yaptığı işlerin çoğunu en az onlar kadar iyi ya da daha iyi yapabilen yapay genel zekâ (YGZ) sistemlerinin ekonomik büyümeyi büyük ölçüde hızlandıracağı düşünülmekte. Bazı tezler, insan emeğine az ya da hiç ihtiyaç duyulmayan yeni bir ekonomik dönemin başlayacağını ileri sürüyor. Öngörüler ve fikirler çok sayıda soruyu beraberinde getiriyor. Verimlilik sonsuza kadar artmaya devam edebilir mi? Makineler insanları işlerinden ederse ve ardından gelişmeyi bırakırlarsa neler olabilir? YGZ eşitsizliği derinleştirebilir mi? Hükümetler gelişmelere hazır mı?
Yapay genel zekâ (YGZ), insanınkine eşdeğer ya da daha üst düzeyde çok çeşitli görevlerde bilgi edinme, öğrenme ve uygulama yeteneğine sahip yapay zekâ sistemlerini ifade ediyor. Bu sistemler “özerk” olacak şekilde tasarlanıyor.
Kapsamı dar olan YZ sistemleri belirli görevler için (örneğin, görüntü tanıma ya da çeviri) geliştirilmişken, YGZ genel bilişsel yetilere sahip. Bu sayede, akıl yürütebilir, uyum sağlayabilir ve farklı alanlarda kendi performansını geliştirebilir.
Bu makale, ekonomik kuramdan tarihsel deneyime ve YZ-YGZ tartışmalarına kadar çeşitli alanlardaki bilgileri bir araya getirerek yukarıdaki soruları tartışmayı amaçlamaktadır.
Verimlilik Artışının Bir Sınırı Var mı?
M.S. 1 ile 1700 yılları arasında, dünyanın kişi başı gayrisafi yurt içi hasıla (GSYH) toplamı yılda yalnızca %0,1 oranında arttı. Sanayi Devrimi ile beraber, 1700–1820 arasında büyüme oranı %0,5’e çıktı. 20. yüzyıla gelindiğinde ise, büyüme hızı %2,8’e ulaştı. Verimlilik artışı, diğer bir ifadeyle daha az kaynakla daha çok üretim, büyümenin temeindeki ana neden oldu.
Verimlilik artışı, ana akım iktisat anlayışında, ekonomik büyümenin ve bir ölçüde de kalkınmanın itici gücü olarak kabul edildi. Klasik büyüme modelleri teknolojiyi dışsal kabul ederken, daha sonra geliştirilen modeller bilgi üretiminin kendi kendini beslediğini (içsel teknoloji modeli) ve uygun koşullarda yeniliğin kümülatif ve hızlanan biçimde ilerleyebileceğini öne sürdü.
YGZ sistemleri bilimi, yazılımı ve kendilerini özerk şekilde geliştirebiliyorsa, büyüme süreci kendi kendini besleyen bir yapıya bürünebilir. Yapay zekâ alanında buna “özyinelemeli özgelişim (recursive self-improvement)” adı veriliyor. Ancak, bu vizyon bugün bazı sınırlamalarla karşı karşıya. Bu sịnırlamalar zamanla aşılabilecektir.
Güçlü YZ sistemleri enerji, veri ve kurumsal altyapı gibi tamamlayıcı girdilere bağlı. Konunun bazı uzmanları, süperzekâ seviyesindeki sistemlerin belli aşamaları geçtikten sonra ivme kaybına uğrayabileceğini belirtiyor. Ancak, bunun bir tahmin ya da olasılıklar dahilindeki bir senaryo olduğunun altı çizilmeli.
Son on yıllarda yaşanan verimlilik artışları, dijital teknolojiler ile iilgili heyecanla örtüşmüyor. Gelişmeler, yeniliğin yalnızca algoritmalarla sağlanamayacağını anlatıyor. Verimlilikteki sınırlar sadece YZ'nin teknik kapasitesinden değil, onu destekleyen fiziksel, sosyal ve kurumsal yapılardan da kaynaklanmakta.
Makineler Üretken Olmayı Bırakabilir mi?
YGZ, birçok alanda insanlardan üstün performans göstermeleri için tasarlanıyor. Ancak bu, sonsuz verimlilik artışı anlamına gelmeyebilir. Donanım, malzeme ya da altyapıdaki ilerlemeler yavaşlarsa, gelişmiş YZ sistemleri durağanlaşabilir. Örneğin, robotik yazılımların gelişimi geride kalırsa, bazı fiziksel işler hâlâ insanlara ihtiyaç duyacaktır. Böyle bir gelişme, ikiye bölünmüş bir ekonomi yaratabilir. Otomasyona elverişli sektörlerde (ör. dijital içerik üretimi, lojistik, seri üretim) maliyetler düşerken eğitim, sağlık ve bakım hizmetleri gibi insan yoğunluklu hizmetlerde fiyatlar artabilir. Söz konusu gelişme, Baumol'un maliyet hastalığı örneğidir. Bazı sektörlerde verimlilik artarken diğerlerinde artmaz ama ücretler yine de tüm sektörlerde artar.
Sonuç itibarıyla, dijital ürünler için bolluk ve deflasyonist koşullar ile insan yoğunluklu işlerde eksik arz ve enflasyonist koşullar arasında bölünmüş bir ekonomi ortaya çıkabilir. Bu dengesizlik yalnızca gelir eşitsizliğini değil, temel hizmetlere erişim eşitsizliğini de derinleştirebilir.
YGZ İnsanlık İçin Bir Tehdit mi?
Eğer YGZ ekonomiyi insanların dışında şekillendirecek olursa, bu durum önemli sosyal sorunlar doğuracaktır.
YGZ sistemleri çok yetenekli ve ucuz hale gelirse, insan emeği değer kaybedecektir. İşverenler, insanların sunabileceği çok özel bir katkı olmadığı sürece makineleri tercih edeceklerdir. Durum, özellikle ofislerdeki istihdamı tehdit edebilecektir.
Yukarıda betimlenen bir dünyada, sermaye birikimi pek çok kişi için tek gelir kaynağı haline gelecektir. Artık "sermaye" yalnızca fiziksel varlıklar veya fikrî mülkiyet değil, aynı zamanda eğitim verisi, algoritmik mimariler ve bilişim altyapılarıdır.
Sermaye, emeğin ikamesi haline gelirse ve birikimi sürerse, üretilen gelirin çok büyük bir bölümü sermaye sahipleri tarafından elde edilecektir. Böylece, emeğin gelirden aldığı pay azalacak, yalnızca çok yetenekli çalışanlar gelir ve/veya yüksek gelir elde edebilecektir. Böyle bir durum, çalışan ve çalışmayan arasındaki klasik eşitsizlikten farklı olarak, sahip olanla olmayan arasındaki yapısal bir eşitsizliğe neden olacaktır.
YGZ insanların yapabildiği her şeyi daha iyi yapabiliyorsa ve insanlar ücret kazanamıyorsa, artık önemli olan sadece mülkiyettir. Bu, gelecek için son derece çarpıcı bir olasılığı ortaya koymaktadır.
Eşitsizlik Artacak mı?
Toplum, sermaye mülkiyetini ve gelir dağılımını değiştiremezse, “eşitsizlik artacak mı” sorusunun cevabı "evettir”. Bugünün krizlerini tetikleyen unsurlar sistemik ve yapısaldır.
Bugün, veriye, YZ modellerine ve bilgi işlem altyapısına sahip olanlar az sayıdaki şirketlerdir. Eğer, YGZ sistemleri ekonomik değerin ana kaynağı haline gelir ve bunlara erişim sınırlı kalırsa, eşitsizlik keskin biçimde artacaktır. Bu durumda, bazı çalışanlar insan odaklı hizmet sektörlerine kaymak isteyebilir ve Baumol etkisiyle kısmen korunabilir. Ancak, farklı sektörlere adaptasyon kolay değil ve herkes için mümkün olmayabilir. AI destekli ürünlerin fiyatları düşerken ya da artmazken, insan odaklı işlere kayanlar daha düşük gelirlere razı olmak zorunda kalabilir. Ancak, hangi işler insan merkezli kalacaktır?
Sonuç olarak, ekonomide "asimetrik refah" yaşanabilir. Tüketim mallarında bolluk, insan gerektiren işlerde azlık. Böyle bir dünyada varlık sahibi olmak çalışmakla değil, sahip olmakla ilgilidir. Bu, eşitsizliğin yalnızca ekonomik değil, yapısal ve kalıcı hale gelmesi anlamına gelir.
Geçmiş Teknolojik Devrimler Eşitsizlik Yarattı mı?
Tarihsel olarak, her büyük teknolojik devrim en azından ilk evrelerinde eşitsizliğin artmasına yol açmıştır.
Britanya’daki Sanayi Devrimi, milli gelirde hızlı bir artış sağlamıştır. Ancak, derin sosyal bölünmelere neden olmuştur. 1760 ile 1840 yılları arasında kişi başı GSYH yükselmiş, ortalama işçi ücretleri durağan kalmıştır. Çocuk işçiliği, kötü konut koşulları ve uzun çalışma saatleri yaygınlaşmıştır.
Araştırmalar, sermaye birikimi ve makineleşmenin başlangıçta yalnızca dar bir kesime, özellikle sanayicilere ve toprak sahiplerine yarar sağladığını ortaya koymaktadır. İşçi sınıfı, ancak 19. yüzyılın sonlarında yaşam kalitesi artışı görebilmiştir.
İkinci Sanayi Devrimi (1870–1914) döneminde, elektrik, çelik ve seri üretimin devreye girmesi eşitsizliği daha da artırmıştır. Hem Avrupa’da, hem de ABD’de gelir ve servet, dar bir sanayi-finans elitinin elinde yoğunlaşmıştır. Ayrıca, sömürgeci ülkelerin uyguladığı dış kaynak ve işgücü aktarımı, bu eşitsizlik dinamiklerini küresel ölçekte pekiştirmiştir. Bugün, kuzey-güney ekseninde gözlenen eşitsizliklerin kökeni de büyük ölçüde bu yapısal asimetride yatmaktadır.
1970’lerde başlayan bilgi ve iletişim teknolojileri devrimi de benzer etkiler yaratmıştır. Çok sayıda araştırma, otomasyonun çeşitli sektörlerde iş kaybına neden olduğunu ve teknolojik değişimin sermaye lehine gerçekleştiğini göstermiştir.
Bazı çalışmalar, otomasyonun “iş kutuplaşmasına” yol açtığını, orta beceri gerektiren işlerin kaybolduğunu, buna karşın düşük beceriye dayalı işler ile yüksek becerili elit pozisyonların arttığını göstermiştir.
Diğer bazı çalışmalar, sermayenin getirisinin ekonomik büyüme oranının üzerine çıktığında, özellikle teknolojik dönüşüm dönemlerinde, servet eşitsizliğinin büyüdüğünü ortaya koymaktadır. Durum, vergilendirme ve kurumsal denge mekanizmaları devreye girmediğinde kalıcı hale gelebilir.
Özetle, teknolojik devrimler genellikle eşitsizlik üretir. Ancak, bilinçli müdahalelerle bu etkiler hafifletilebilir. YGZ’nin gelişi önceki örneklere kıyasla çok daha büyük ölçekte olacak gibi görünüyor.
Siyasetçiler Gelişmelere Cevap Veriyor mu?
Hükümetler, enflasyon ya da işsizlik gibi kısa vadeli sorunlara odaklanıyor. Yapay zekâyı düzenlemeye yönelik ilgi artmış olsa da (örneğin güvenlik, veri gizliliği, yanlış bilgilendirme gibi), YZ veya YGZ’nin uzun vadeli, insan merkezli ekonomik etkileri hakkında henüz az sayıda araştırma var.
Kitle işsizliği, sermaye yoğunlaşması ya da yeni kurumlar oluşturulması (örneğin, kamusal YZ sahipliği, evrensel temel gelir, servet transfer mekanizmaları gibi alanlara yönelik) gibi konularda ciddiye alınabilecek düzeyde politik öneriler ortaya konmuş değil.
Kamusal politikalar genellikle reaktif nitelik taşıyor. Diğer bir ifadeyle, gelişmeler ve olaylar yaşandıktan sonra harekete geçen bir çizgide ilerliyor. Ulusal YZ stratejilerinin çoğu rekabet gücü, güvenlik veya sanayi politikası üzerine odaklanıyor. Gelir bölüşümünde adalet ya da demokratik yönetişim konuları arka planda kalıyor.
Bu noktada, iklim değişikliği ile karşılaştırma yapmak yerinde olabilir. Onlarca yıldır bilimsel uyarılara rağmen, iklim konusunda kayda değer adımlar atılmadı. İklim krizine gereken önem verilmemişken YGZ'nin etkileri konusunda gereken önemin verilebileceğini düşünmek için referans niteliğinde gerekçelerimiz var mı?
Hükümetlerin karar mekanizmaları genellikle krizler görünür hale geldiğinde harekete geçiyor. YGZ’nin ekonomik etkileri gayet sessizce ve eşitsiz biçimde yayılabilir. Böylece, doğru zamanlı müdahale gecikecektir.
Ne Yapmalıyız?
Eğer YGZ patlayıcı bir büyümeye neden olur ve emeğin büyük kısmını devre dışı bırakırsa, ekonomik güvence için sermaye sahibi olmak tek yol haline gelecektir. Bu nedenle, bugünden geleceği görenler ve sermayesi olanlar YZ odaklı şirketlere yatırım yapmaktadır. Fakat bu, herkes için geçerli olabilecek bir durum değildir. Bu imkâna sahip olmayanlar için tasarrufları artırmak önemlidir.
Dünya, makinelerin çalıştığı, varlığı olanların kazanabildiği, çoğunluğun ise geride kaldığı bir ekonomik düzen riskiyle karşı karşıya.
YGZ yalnızca emeği değil, gücü de otomatikleştirecek. Adil bir geçiş için, demokratik toplumlar zekânın altyapısını kamusal alanın kontrolüne almak zorundadır.
YGZ geliyor gibi. Planlama yapılmazsa, gelecek adil olmayacak. Elimizdeki tüm işaretler şimdilik adil bir geleceğin inşa edilmediğini gösteriyor.
コメント